Blood Ties (2014): Bir Suç Filminde Olmaması Gerekenler

Blood-Ties 2013 yılında Cannes Film Festivali’nde yarışan “Blood Ties”, ünlü Fransız oyuncu ve yeni yönetmen Guillaume Canet’in ikinci sinema filmi. İlk film “Les Petits Mouchoirs” pek çok yıldız oyuncusunun yanında ilgi uyandıran senaryosuyla başarılı bir filmdi ve yönetmenin ileriki filmler adına umut vermişti. Bir grup arkadaşın çıktıkları tatilde birbirleriyle olan ilişkilerini gözden geçirdikleri dram türündeki filmden sonra yönetmen bu sefer ağırlıklı olarak suç temalarını içeren, yine diyaloğa dayalı bir kitap uyarlamasıyla karşımızda. Continue reading

The Lego Movie (2014): Lego Parçalarıyla Sistem Eleştirisi

LEGO-Movie-PosterYüzyılın oyuncağı seçilmiş, Danimarka merkezli Lego oyuncakları, 1949’dan bu yana sürekli gelişip dünyasını genişletmekte. Legoların en çok ilgi uyandıran özelliği, basit ve sonsuz bir kombinasyona sahip olmaları. Aynı zamanda bir yandan günümüzde legolarla üretilen bir prototipe elektrik aksamı yerleştirip çeşitli iş araçları yapmak mümkünken, bir yandan da 80’li yıllardan kalma bir lego parçasıyla günümüzde satılan lego parçalarının hala birbirleriyle uyumlu olması lego felsefesini özetleyen hem basit, hem de çığır açıcı bir özellik. Çocukların zihinsel gelişimini hızlandırdığı kanıtlanmış bu oyuncakların değişen ve 2 boyuta indirgenmiş, yalancı bir 3 boyutla desteklenmiş teknoloji karşısında en büyük düşmanları şüphesiz ki video oyunları. Continue reading

Frank (2014): Çinçilya !

frankGeçen yılki İstanbul Film Festivali’nin uluslararası yarışma bölümünde Altın Lale En İyi Film ödülünü kazanan “Ne Yaptın Richard?” filminin yönetmeni Lenny Abrahamson’un son filmi Frank ülkemizde bu yıl yine İstanbul Film Festivali’nde ilk kez gösterildikten sonra Başka Sinema kapsamında izleyicisiyle buluştu. Başrollerinde Michael Fassbender, Domhnall Gleeson, Scoot McNairy ve Maggie Gyllenhaal’i barındıran film oldukça keyifli, eğlenceli ve alternatif bir yapım. Müziğin ve komedinin iç içe geçtiği Frank’in çıkışında salonda tek bir mutsuz yüz görmek bile mümkün değildi. Continue reading

Jimmy P. (2013): Düşlerden Sen Anlarsın, Konuş Onunla

Jimmy-P Fransız yönetmen Arnaud Desplechin’in George Devereux’nun Psychotherapy of a Plains Indian adlı çalışmasından uyarladığı, gerçek bir hikâyeye dayanan Jimmy P.(Picard), Türkçeye Düş ve Gerçek olarak çevrildi. 66. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan filmin başrollerinde Traffic, Che, 21 Gram gibi filmlerdeki başarılı karakter yaratımıyla tanınan Benicio del Toro ve son olarak Büyük Budapeşte Oteli’ndeki Serge X. karakterine hayat veren Mathieu Amalric var.

II. Dünya Savaşı’ndan gazi olarak dönen Picard, şiddetli baş ağrıları yaşamaya başlamasının ardından Kansas eyaletinin başkenti olan Topeka’daki gazi hastanesine kaldırılır. Ancak Continue reading

Filth (2013): Ruh Hastası Bir Polisin Anıları

filth 90’lı yıllardan bu yana İskoç edebiyatını Dünya’ya sevdirmiş yazarlardan Irvine Welsh denince akla ilk olarak “Trainspotting” filminin gelmesi çok normal. Aynı isimli kitabından uyarlanan film yazarın çoğu kitabında olduğu gibi uyuşturucu ve diğer bağımlılıklar ile ilgiliydi ve dönemin dinamiklerini kusursuz bir şekilde ekrana yansıtmaktaydı. Yıllar ilerledikçe daha da değerleneceğine ve gelecek nesillere aynı tazeliğiyle duracağına inandığım Trainspotting filminin hem yazar hem içerik bakımından akrabası sayabileceğimiz Filth filmi, Trainspotting seviyesine çıkamasa da benzer sorunları farklı bir dille anlatan ilginç bir film. Continue reading

The Reunion (2013): Gerçekle Kurgu Arasında

the-reunion 2012 yapımı François Ozon imzalı “Dans la Maison” filmi, sinemanın çokça tartıştığı gerçek-kurmaca arasında gidip gelen, ana hikayeyi gerçek kabul edip, başrol oyuncusunun yazdığı kısa hikayeleri kurmaca olarak sunan bir filmdi ve filmin başarısı seyirciyi gerçeğin ana hikaye olduğuna inandırmasında yatmaktaydı. Halbuki ana hikaye de kurmaca bir hikayeden ibaret en nihayetinde, sonuç olarak kurmaca bir hikayenin içerisinde kurmaca bir yan hikaye, bir alt küme daha oluşturularak, gerçeklik algısını gerilim öğesi olarak kullanmaktaydı yönetmen. İnanmak isteyen seyircinin inancı üzerinden ilerleyen ve Continue reading

How I Live Now (2013): Tatildeyken 3.Dünya Savaşının Çıkması

How-I-Live-Now“The Last King of Scotland” filminden tanıdığımız, aynı zamanda belgesel filmleriyle de seyircilerin beğenisini toplayan ünlü yönetmen Kevin McDonald’ın “Yaz tatili sırasında 3.Dünya savaşı çıkarsa” temalı filmi “How I Live Now”, her türden bir parça alıp bünyesine katmış, orijinal bir fikre sahip olsa da bu orijinal fikri aynı yaratıcılıkta kullanmayı başaramıyor. Daha önce onlarcasını izlediğimiz kıyamet temalı filmlerin bilindik şablonunda ilerleyen film, hikayeye girerken seyircide oluşturduğu büyük beklentiyi devamında veremiyor ve hiçbir anında potansiyelini gösteremeyen zayıf bir film olarak akılda kalıyor. Continue reading

The Secret Life of Walter Mitty (2013): Hayal Kurarken Gerçeği Kaçırmak

The-Secret-Life-Of-Walter-MittyTropic Thunder” gibi başarılı bir işten sonra Ben Stiller yönetmenlik koltuğuna bir kez daha oturuyor ve bu sefer 1947 yapımı “The Secret Life of Walter Mitty” uyarlamasına el atmış durumda. Eski film o dönemin şartlarına göre şekillenmiş bir konuya sahipken, Ben Stiller günümüz teknolojisine ve akımlarına uygun bir şekilde filmi günümüze adapte etmiş. Bu yüzden filmi kendi içerisinde değerlendirmek ve yeni başka bir film olarak değerlendirmekte yarar var.Walter Mitty adındaki utangaç ve içine kapanık karakterin dünyasına ilk girdiğimizde karakteri nizami harcama hesapları yaparken buluyoruz ve ardından yalnız karakterimizin arkadaşlık sitesinde hoşlandığı bir kadının profilini beğenip beğenmeme arasındaki kararsızlığına tanık oluyoruz. Continue reading

Casse-tête Chinois (2013): Xavier’in Buruk Vedası

3521 Fransız yazar-yönetmen Cedric Klapisch’in gülümsemeyi bir türlü kesmeden izlediğimiz “L’auberge Espagnole” ve ilişkiler üzerine ciddi bir bakış açısı yakaladığımız “Les Poupees Russes” filmlerinden sonra serinin son filmi olan “Casse-tete Chinois” Xavier’in hikayesine kaldığı yerden devam ediyor. Artık Xavier ne yirmili yaşlarında macera peşinde koşan o genç adamdır, ne de doğru kadını bulma adına ne gerekiyorsa yapan otuzluk delikanlı. Kırkına merdiven dayayan Xavier iki çocuk babası, eşi Wendy’den boşanma arifesinde olan bir adam olarak çıkıyor karşımıza ve seriyi bilen sinemaseverlerin dahi yakalamakta zorlandığı bir olaylar örgüsünün içerisinde baş karakterimizin git-gellerini izlemeye başlıyoruz. Continue reading

Les Poupées Russes (2005): Otuzlu Yaşlar ve İdeal Kadını Bulmak

Les-Poupees-Russes Cedric Klapisch’in Barcelona’da geçen filmi “L’Aberge Espagnole”, Xavier karakterinin yirmili yaşlardaki halini ve Erasmus öğrencisi olarak geçirdiği vakti eğlenceli bir dille anlatıyor, hayat üzerine ve zamanın tadını çıkarma ile ilgili değerli sözler söylüyordu. Gerçek zamanda üç yıl sonra çekilen “Les Pupees Russes”, Xavier’in hikayesine beş yıl aradan sonra tekrar dönüyor ve Xavier’in otuzlu yaşlardaki halini, ‘ideal kadını’ bulma yolundaki hikayesini anlatıyor. İlk filmin ardından karakterle ilgili daha söyleyeceği şeyleri olduğu belli olan Cedric Klapisch, zorlamadan çok uzak, ilkiyle eş değerde kıymetli bir devam filmine imza atıyor ve hatta bazı sahnelerde ilk filmin oluşturduğu sıcak atmosferi daha da pekiştiriyor. Continue reading