Certified Copy (2010): Abbas Usta Yine Yapmış Yapacağını

Certified Copyİran yeni dalgasının çığır açıcı yönetmeni Abbas Kiarostami‘nin Cannes‘da prömiyerini yapan filmi Certified Copy sade ve zarif anlatımıyla oldukça etkileyici bir film.

İtalya’nın Toskana bölgesinde karşılaşan bir kadın ve bir erkek, hayatlarında başka insanlara söylemek isteyip de söyleyemedikleri şeyleri birbirlerine söylemek suretiyle kendileriyle yüzleştikleri tuhaf bir oyun oynamaya başlarlar, ama seyirci olarak bu bir oyun mu yoksa bu insanlar aslında birbirlerini önceden tanıyorlar mıydı karar vermek zor. İşte bu yüzden ilişkileri aslı gibidir. Orijinal ile kopya arasında ama orijinalin yerini tutacak gerçeklikte bir ilişki. Continue reading

Advertisement

Magic in the Moonlight (2014): Bir İleri Bir Geri

Magic-in-the-Moonlight Her Woody Allen filmi, yönetmenin yıllar boyunca kurduğu ve geliştirdiği sinema diline uygunluğu ile sınanma mücadelesi verir. Ne kadar onun sinema alanında biraz dinlenmesi ve kafasının içindeki sesleri müzikle ya da seminerlerle boşaltması gerektiğini düşünsem de bir süre sonra bünyede Woody Allen filmi izleme isteği oluşuyor.  ‘Magic in the Moonlight’ bu isteği gidermekte bir hayli yetersiz  ve genel olarak baktığımızda bu film, Allen sinemasının 2000 sonrası dönemi içerisinde dahi pasif kalacak bir acelecilik ve üşengeçlikle yapılmış durumda.2011 yılından bu yana sırasıyla ‘Midnight in Paris’, ‘Rome with Love’ ve ‘ Blue Jasmine’ filmlerini düşündüğümüzde Allen’in bir iyi bir kötü performans sergilediğini söylemek mümkün. ‘Rome with Love’ filmi nasıl ‘Midnight in Paris’ Continue reading

The Purple Rose of Cairo (1985): Woody Allen’in Bağımsızlığı (Bölüm 2)

the-purple-rose-of-cairoWoody Allen’ın bağımsızlığını filmleri aracılığıyla incelemeye çalıştığım ikinci bölümde, yönetmenin kendisinin de en sevdiğim filmim dediği The Purple Rose of Cairo /Kahire’nin Mor Gülü filmini ele alacağım.

1985’te çekilen Kahire’nin Mor Gülü’nde Woody Allen, senarist ve yönetmen olarak  görev alır. 1986’da Altın Küre’de En İyi Senaryo dalında ödül alan filmde, bir kere daha “Gerçek nedir?” sorusunun sorulduğu görülür ve yine Allen;veremediği, tekinsiz, iç rahatlatmayan cevaplarla belirsizliğin sınırlarında gezinerek izleyicinin de huzursuzlanmasını, gerçeğe dair düşünmesini ister. Continue reading

Zelig (1983): Woody Allen’in Bağımsızlığı (Bölüm 1)

zelig-posterWoody Allen, şov dünyasına uf ak skeçler yazıp oynayarak adım atmış, ardından senaristlik teklifiyle sinema dünyasına yönelmiş ve günümüzde halen üretimini ve ününü koruyabilen bir yönetmendir. İç sorgulamasını ömrü boyunca sürdüren Allen; kendi kendine sorduğu soruları izleyiciye de zaman zaman dolaylı, zaman zaman direkt olarak sorar. Böylelikle kendi belirsizliğini izleyiciye aksettirerek onu da aktif hale getirmeye, onun da cevapların peşine düşmesini sağlamaya çalışır. Bunu filmlerin aracılığıyla yaparken izlediği yol ise, sinema dilinin alternatif imkânlarından sonuna kadar yararlanmaktır. Özellikle erken dönem çalışmalarında Continue reading

Mini Ödül Törenimize Hoşgeldiniz! And the Oscar Goes to…

Umberto Eco’ya göre listelerin çekiciliği ölüm korkusundan kaynaklanır. Sonsuzlukla yüzleşmenin, anlaşılmayanı anlaşılır kılmanın bir yoludur listeler. Ölmek istemediğimiz için listeler yapmak hoşumuza gider modern çağın filozofuna göre. ‘En iyiler’ listesinin –dolayısıyla ödüllerin- ise buna ek olarak başka bir çekiciliği daha var. Ödül veren kişinin ‘bağışlayıcı’ durumundaki konumu dolayısıyla kazandığı güç ve tatmin hissi, ödül alandan kat kat yüksektir. Bu bakımdan ödül vermek karşı konulamaz bir cazibeye sahiptir ve ben de bu cazibeye kapılarak mini ödül törenimi huzurlarınızda başlatıyorum. Continue reading

Gözümün Nûru (2013): Işığa Fazla Bakma, Kör Olursun Sonra

Gozumun-NuruMelik çocukluğundan beri göz problemi yaşayan sinema aşığı bir gençtir. Hayattaki en büyük hayali sinema yapmak olan Melik, bu uğurda eğitim almak için Fransa’ya gider fakat bir süre sonra retina dekolmanı sebebiyle kör olmanın kıyısına gelir ve tedavisi için İstanbula’a geri döner. Melik Saraçoğlu ve Hakkı Kurtuluş‘un bir kez daha birlikte kamera arkasına – ve ilk kez önüne – geçtikleri Gözümün Nûru, işte böyle başlıyor.

Fransız ekolünden etkilendikleri sır olmayan Saraçoğlu ve Kurtuluş’un bu sıradışı filmi bir yandan jenerik yazılarının, müziklerin, zengin hayalgücünün ve film boyunca perdeye yansıyacak ödünç film parçacıklarının etkisiyle seyircide ilk anda bir Fransız Continue reading

To Rome With Love (2012) : Mizah ve Felsefe Roma Semalarında!

To-Rome-With-LoveWoody Allen bu sefer Roma’da. Avrupa gezisinin sonuna doğru Roma’ya gelen yönetmenin genel olarak en çok beğenilen Avrupa temalı filminin Midnight in Paris olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki bu filmin ilk sahneleriyle birlikte seyirci ister istemez iki filmi karşılaştırma yoluna gidebilir. To Rome With Love Allen’in biraz daha şahsi, gırgırına yaptığı filmlerden, tabii bütün filmlerindeki samimiyet ve içtenlik duygusu bu filmde de mevcut. Ancak Midnight in Paris ölçüsünde başarılı bir filmle bu filmi kıyaslamak bu filmin de kendine has güzelliklerini ve eğlenceli yanını seyirci gözünde sekteye uğratabilir. O yüzden baştan bu filmi kendi dinamizmi içerisinde değerlendirirsek seyirci daha eğlenceli bir şekilde filmi okuyabilir ve Woody Continue reading

Midnight in Paris (2011): Şimdi Paris’te Olmak Vardı Anasını Satayım!

Midnight-in-ParisHep aynı filmleri yapar Woody Allen. Kompleks ve korkularını adeta hastalık boyutlarında yaşayan karakterlere hemen hemen her filminde yer verir. Cinsellik, yaşlılık ve ölüm takıntısını ön planda tutar ve bu sorunları en saf halleriyle seyirciye sunar. Son dönem filmleri öncekilere göre daha ciddi görünseler de mizahi dil Woody Allen sinemasının vazgeçilmezidir. Yine de her filmi o kadar zekice kotarılmıştır ki, bir Woody Allen filmi seyirciye mutlaka heyecan verici yepyeni bir sinema deneyimi vaat eder.

Midnight in Paris, boşuna en iyi senaryo Oscar’ı almadı. Bu film sıradan bir Paris güzellemesi değil, Woody Continue reading

Shame (2011): Senin Bacına Aynısını Yapsalar İyi Olur mu Kardeş?

ShameBirkaç yıl öncesine kadar Steve McQueen denince akla ilk olarak PapillonThe Magnificent Seven ve The Great Escape filmlerinin unutulmaz aktörü olan Hollywood yıldızı Steve McQueen gelirdi, ama şimdilerde bu isim Hunger filmiyle tüm dünyada büyük beğeni toplayan Altın Kamera ödüllü İngiliz yönetmeni anımsatıyor. Uzun yıllar kısa film yönetmenliği yapan ve ilk filmi Hunger’ı 2008 yılında çeken McQueen’in ikinci filmi olan Shame ise yönetmenin sinema anlayışındaki keskin çizgileri netleştirmesi açısından filmografisinde önemli bir yere sahip.

New York’ta yaşayan, orta yaşlı, yakışıklı, kariyer sahibi bir adam olan Brandon’ın seks bağımlılığı Continue reading

Kelebeğin Rüyası (2013): ‘Bir Yılmaz Erdoğan Filmi’ Olmadığı Kesin!

Kelebegin-RuyasiTürkiye kaliteli ana akım sinema örnekleri açısından oldukça kısır. Bu yüzden Yavuz Turgul hala çok özel bir sinemacı. Yılmaz Erdoğan‘ın son filmi Kelebeğin Rüyası da bu kısır ortama canlılık getirmesi açısından merakla bekleniyordu. Gerçi, Yılmaz Erdoğan çok büyük bir yönetmen olduğundan değildi bu merak; büyük bütçeli işleri iyi ekiplerle göreceli olarak daha eli yüzü düzgün biçimde yaptığındandı, ama görünen o ki kendisi bu durumu yanlış anlamış.

Afişte yazdığının aksine ‘Bir Yılmaz Erdoğan Filmi’ diye bir şey yoktur. Olamaz. En azından şimdilik. ‘Bir François Truffaut Filmi’ olur. ‘Bir Woody Allen Filmi’ olur. ‘Bir Nuri Bilge Ceylan Filmi’ olur. Bunlar auteur yönetmenlerdir. Sinemaya ve hayata Continue reading