Certified Copy (2010): Abbas Usta Yine Yapmış Yapacağını

Certified Copyİran yeni dalgasının çığır açıcı yönetmeni Abbas Kiarostami‘nin Cannes‘da prömiyerini yapan filmi Certified Copy sade ve zarif anlatımıyla oldukça etkileyici bir film.

İtalya’nın Toskana bölgesinde karşılaşan bir kadın ve bir erkek, hayatlarında başka insanlara söylemek isteyip de söyleyemedikleri şeyleri birbirlerine söylemek suretiyle kendileriyle yüzleştikleri tuhaf bir oyun oynamaya başlarlar, ama seyirci olarak bu bir oyun mu yoksa bu insanlar aslında birbirlerini önceden tanıyorlar mıydı karar vermek zor. İşte bu yüzden ilişkileri aslı gibidir. Orijinal ile kopya arasında ama orijinalin yerini tutacak gerçeklikte bir ilişki. Continue reading

Advertisement

Badlands (1973): Katil Doğanlar Değil; Zorla Katil Edilenler

BadlandsAltın Palmiye ve Altın Ayı ödüllü Amerikalı yönetmen Terrence Malick, daha sonraki yıllarda ne işler yapacağının işaretlerini – adam olacak çocuk misali – 1973 yılında ilk filmini tamamladığında vermişti. Henüz 30 yaşındayken yaptığı bu ilk film olan Badlands, Malick filmografisinin temel yapı taşlarından biri. Yaklaşık 40 yıllık sinema hayatı boyunca sadece 6 film yapmış olan Malick’in iki film arasındaki uzun sessizliklerinin, aslında ne kadar yoğun bir yaratım çalışmasıyla dopdolu olduğunu anlayabilmek için Badlands mutlaka izlenmesi gereken bir film.

Badlands genel olarak bir ilk filmden ziyade, oldukça olgun bir üsluba sahip olmasıyla Malick’in ileride yapabileceklerinin iyi bir göstergesi. Daha Continue reading

Feher Isten (2014): Beyaz Tanrı’nın Kerameti

Fehér-Isten2014 yılında Cannes’da Belirli Bir Bakış bölümünde En İyi Film seçilen ve ülkemizde ilk kez Filmekimi’nde gösterilen Beyaz Tanrı, insan-hayvan ilişkisi üzerine temellenen klasik filmlerden oldukça farklı bir yerde duruyor. Bunu sağlayansa filmin gerçekçi anlatımı ve su gibi akıp giden oyunculuklar.

Filmin konusuna gelince: 13 yaşındaki Lili, annesi ve üvey babası üç aylık bir akademik eğitim programı için yurtdışına çıkınca bu süreyi babasının yanında geçirmek durumunda kalır. Yanına ayrılmayı düşünemediği köpeği Hagen’i de alır. Ancak babası ve komşuları Hagen’in varlığından epey rahatsız olurlar. Hatta komşularından biri Continue reading

The Search (2014): Savaşın Kazananı Yoktur!

the-search  2011 yılının en iyi işlerinden birine imza atan ve bu başarısını Oscar’la taçlandıran yönetmen Michel Hazanavicius,  üç yıl sonra yüz seksen derecelik bir dönüşle hafif-eğlenceli bir türden savaş atmosferine götürüyor bizi. ‘The Search’ İkinci Çeçen Savaşı sırasında yaşanan insanlık dramına dikkat çeken, soğuk, sert, seyircileri salona çivileyen bir filmdi, filmi izledikten sonra internetten Cannes sonrası film hakkında yapılan yorumlara baktığımda ise “Acaba aynı isimli başka bir film var mı?” diye düşünmedim değil. Cannes eleştirmenlerince yerin dibine sokulan ve devamında uluslararası basın tarafından da fazla ilgiye görülmeyen film, aklıma 2010 yılındaki “Miral” filmini getirdi. Continue reading

Maps to the Stars (2013): Ne Olacak Bu Cronenberg’in Hali?

maps-stars Her ne kadar yönetmen David Crononberg fantastik gerilim/korku türünde başarılı filmleriyle tanınan bir isim olsa da ve bu film tür olarak kara-komedi sınıfına girse de, eski filmlerinin özel bir takipçisi olarak ‘Maps to the Stars’ın yönetmenin en dramatik filmi olduğunu söylemeliyim. Öyle ki, eski filmlerinin takipçisi olarak yönetmenin bu kötü gidişatını izlemek ben de gerçekten dramatik bir etki oluşturdu. Sigmund Freud, Jung ve Sabina Spielrein’in maden niteliği taşıyan hikayesini alıp pembe diziye çevirerek kariyerininen basit işlerinden birine imza atan Crononberg’in bu sene Cannes Film Festivali’nde gösterilen son filmi de nitelik olarak “A Dangerous Method” filminden farklı değil. Bir garip Hollywood taşlamasını anlatan Continue reading

Still the Water (2014): Kabullenme Üzerine

Still-The-Water  Japan yönetmen Naomi Kawase’nin geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde genel olarak beğeniyle karşılanan yeni filmi “Still the Water”, Amami adındaki küçük ve kırsal bir Japon adasında yaşayan iki gencin büyüme hikayesini anlatıyor. Dolunayın gelmesiyle birlikte yöresel kutlamalar yapan ada halkı, ertesi gün tufan sonrası dalgaların kıyıya vurduğu bir ceset ile irkilir. Adada hemen hemen hiç suç olayına rastlanmadığını, ancak ara sıra kazaların yaşanabildiğini yöre halkından duyduktan sonra filmin odağı olay anını gören Kaito ve onun yeni tanıştığı kız arkadaşı Kyoko’ya çevrilir. Kaito cesedin denize vurduğunu gören ilk kişidir ve cesedin sırtındaki ejderha dövmesini gördükten sonra büyük bir korkuyla kaçmaya başlar, Kyoko ise Continue reading

Wara no Tate (2013): Ülkenin Onuru Katili Korumaktan Geçer

Wara-no-tateJapon sinemasının en üretken ve çılgın yönetmenlerinden biri olan Takeshi Miike, çeşitlilik sağlayan filmleriyle festival seyircisinin her zaman ilgisini çekmiş bir isimdir. Kült mertebesine ulaşmış en bilindik filmlerinden olan “Ichi the Killer”, yönetmenin ne kadar ‘sınırlarda’ gezindiğinin kanıtıdır aynı zamanda. Öte yandan filmografisine baktığımızda sonradan devam filmleri de çekilen “One Missed Call” gibi orijinallikten uzak sıradan filmlerle de karşılaşmak mümkün. “Wara no Tate” yani dilimize çevrilmiş haliyle “Saman Kalkan” Endonezya yapımı “Raid:Redemption” filminden sonra aradığı aksiyonu bulamayanlara ilaç niyetine gelecek ‘sıkı’ bir film. Üstelik yönetmenin anlatım diline alışkın olanlar için Continue reading

Jimmy P. (2013): Düşlerden Sen Anlarsın, Konuş Onunla

Jimmy-P Fransız yönetmen Arnaud Desplechin’in George Devereux’nun Psychotherapy of a Plains Indian adlı çalışmasından uyarladığı, gerçek bir hikâyeye dayanan Jimmy P.(Picard), Türkçeye Düş ve Gerçek olarak çevrildi. 66. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan filmin başrollerinde Traffic, Che, 21 Gram gibi filmlerdeki başarılı karakter yaratımıyla tanınan Benicio del Toro ve son olarak Büyük Budapeşte Oteli’ndeki Serge X. karakterine hayat veren Mathieu Amalric var.

II. Dünya Savaşı’ndan gazi olarak dönen Picard, şiddetli baş ağrıları yaşamaya başlamasının ardından Kansas eyaletinin başkenti olan Topeka’daki gazi hastanesine kaldırılır. Ancak Continue reading

The Lunchbox (2013): Bazen Yanlış Tren İnsanı Doğru İstasyona Götürür

the-lunchbox-68-2Hindistan’da yaygın bir şekilde kullanılan, Harvard’da tez konusu dahi olmuş bir öğlen yemeği sistemi bulunmaktadır. ‘Dabba’ adı verilen sistem eşler/anneler tarafından yapılan ev yemeklerinin bir nevi ‘ilkel kurye ekibi’ tarafından çantalarla taşınarak ofiste çalışan yakınlarına götürülmesi üzerinedir. Ancak Hindistan gibi coğrafyası geniş, ulaşımı zor bir ülke için bu sistemi kusursuza yakın bir şekilde uygulamak, dabba dağıtımcılarını Dünya çapında üne kavuşturmayı başarmıştır. Araştırmalara göre dört milyonda bir yanılma payı olan bu sistem kendisinden beklenmeyecek kadar güvenli ve aynı zamanda ekonomiktir de. Continue reading

Borgman (2013): Yönetmeninin Tam Olarak Anlayamadığı Bir Film

BorgmanCannes Film Festivali’nde yarıştığı sırada filmin yönetmeni Alex van Warmerdam’a filmdeki baş karakterin kim olduğu sorulduğunda cevap “Ben de emin değilim. Ben de sizin kadar biliyorum.” olmuş. Borgman’ın filmini izledikten sonra bu filmi nereye koyacağını bilemeyenlere, yönetmenin bu itirafı belki yol gösterebilir. Çünkü karşımızda hem bir sürü bulmacalarla dolu, neyin ne olduğu, neye işaret ettiği pek belli olmayan, tahmin ettiğimiz kadar basit mi, çözümlemesi ciltlere sığmaz mı, yoksa filmin kendisi dahi ne anlattığını bilmiyor mu, tam olarak emin olunamayan bir film durmakta. Ancak yönetmenin filmdeki esrarengiz baş karakterin kim olduğunu kendisini de bilmediğini söylemesi, biraz da olsa filmin esrarını negatif anlamda etkiliyor. Continue reading