Fransız yönetmen Arnaud Desplechin’in George Devereux’nun Psychotherapy of a Plains Indian adlı çalışmasından uyarladığı, gerçek bir hikâyeye dayanan Jimmy P.(Picard), Türkçeye Düş ve Gerçek olarak çevrildi. 66. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan filmin başrollerinde Traffic, Che, 21 Gram gibi filmlerdeki başarılı karakter yaratımıyla tanınan Benicio del Toro ve son olarak Büyük Budapeşte Oteli’ndeki Serge X. karakterine hayat veren Mathieu Amalric var.
II. Dünya Savaşı’ndan gazi olarak dönen Picard, şiddetli baş ağrıları yaşamaya başlamasının ardından Kansas eyaletinin başkenti olan Topeka’daki gazi hastanesine kaldırılır. Ancak yapılan tetkikler neticesinde somut bir bulguya rastlanmaz. Bu durumda son olarak sistemle barışamayan, süreklilik arz etmeyen yalnızca tek bir iş için çağırıldığının altı ısrarla çizilen etnolojist ve psikoanalist George Devereux hastaneye davet edilir. Devereux, kendine has tedavi yöntemiyle gerçekleştirdiği seanslarda bir yandan Picard’ın geçmişiyle ilgili detayları açığa çıkarırken bir yandan da kendi yaralarını gözden geçirir. Bu süreçte kurdukları hasta-doktor ilişkisinin ötesindeki paylaşımlar, iki erkeğin kadınlarla olan sorunlu geçmişlerine ve bunun yaşadıkları dönemdeki uzantılarına doğru uzun bir yolculuğa çıkmasına neden olur. Filmde yer alan çevre gezileri aslında karakterlerin kendi iç yolculuklarına çıktığını göstermek amacıyla kullanılan bir metafordur. Zaten “yolculuk” dünya literatüründe çok eskiden beri –Odysseus’tan beri– kahramanın olgunlaşma, büyüme sürecini anlatmak amacıyla kullanılır. Bu nedenle de film ilerledikçe Picard ve Devereux’nun ruhen olgunlaşıp farklılaştığından söz etmek yanlış olmaz. Ancak bu olgunlaşma, kahramanların ruhsal yönden yüzde yüz iyileşmelerine işaret etmek yerine onların kendilerini anlamalarına ve gelecek için karar vermelerine yardımcı olan bir aşamadır.
Bu yönüyle Düş ve Gerçek’teki sağaltıcı kahraman Devereux, Ölü Ozanlar Derneği’ndeki John Keating gibi pek çok filmde örneği görülen dışarıdan gelen kurtarıcı rolüne farklı bir açılım kazandırır. Şöyle ki Devereux sihirli bir dokunuşla Picard’ı kısa sürede tamamıyla iyi edip mucizevi şekilde topluma kazandırmaz, yalnızca onun kendiyle ilgili farkındalık geliştirmesine ön ayak olur ve bu açıdan onun hayatında önemli bir yere yerleşir. Ancak Picard’la geçirdiği sürede edindiği deneyim, aynı zamanda Devereux’nun da kazancıdır. Biyolojik olarak olmasa da psikolojik olarak acı çeken bu iki adamın iç dünyalarını birbirlerine korkusuzca açtığı filmde doktor, aynen bir Yeni Türkü şarkısının sözlerinde olduğu gibi konuşarak düşlerden ne anladıklarını açığa çıkarır ve hasarlı geçmişleriyle barışmalarını sağlar.
Benicio del Toro ve Mathieu Amalric’in başarılı oyunculuklarını beden dili, fiziksel avantaj gibi öğelerle desteklediği filmde özellikle Kızılderili rolündeki Toro’nun hakkını teslim etmek gerek. Film, uyarlandığı metin ve temeline aldığı psikanaliz yöntemi itibariyle konuşmayla ilerleyen bir yapıya sahip. Bu nedenle aksiyonseverlerin sıkılabileceği türden bir yapım. Ancak derinlikli bir hikâye ve evet ağır ilerleyen temposuna rağmen hiçbirinin içi boş olmayan diyaloglarıyla sabırlı ve psikanalize meraklı izleyicileri tatmin edebilecek pek çok lezzet içeriyor.
67. Cannes Film Festivali’nin tüm heyecanıyla başladığı şu günlerde bir önceki yılın festivalinin öne çıkan yapımlarından olan Düş ve Gerçek’i izleyip güncel festivalin filmlerine ondan sonra geçmekte fayda var.