Mavi Dalga (2013): Taşrada Büyümeye Çalışmanın Hikayesi

Mavi-DalgaZeynep Dadak ve Merve Kayan uzun süredir beraber çalışan iki kadın yönetmen. Çektikleri klipler ve Bu Sahilde adlı kısa filmden sonraki çalışmaları olan ilk uzun metrajlı filmleri Mavi Dalga’yı !f İstanbul’da, gösterim sonrasında kendileriyle söyleşi yapılan bir seansta izleme fırsatı buldum. Ulusal prömiyerini Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yapan ve en iyi ilk film, en iyi senaryo, en iyi kurgu dallarında ödüller alan filmin uluslararası prömiyeri de Berlinale’de yapıldı.

Yazlık evdeki eşyaların toplandığı sahnelerle açılan filmde başrolde Ayris Alptekin’in oynadığı Deniz karakteri var. Deniz -arkadaşları- Continue reading

Advertisement

Şarkı Söyleyen Kadınlar (2013): Hayat, Hayatına Devam Ediyor

Sarki-Soyleyen-KadinlarAtaerkil toplumsal yapıyı orta sınıf insanlar üzerinden gizem dolu bir hikayeyle anlatan Altın Portakallı Kusursuzlar‘ın ardından, Reha Erdem de Şarkı Söyleyen Kadınlar‘da aynı konuya farklı bir taraftan bakıyor. Gerçi erkeklerin dünyasında edilgenleştirilen kadınların hikayelerine Reha Erdem’in yabancı olmadığını biliyoruz; özellikle Hayat Var hala hafızalardayken, Erdem son filminde bir kez daha eleştiri oklarını ataerkiye yönlendiriyor ve senaryosuyla olmasa da, görsel ve işitsel yönüyle sinemaseverleri tatmin ediyor.

Yaratıcı ses tasarımı ve görüntü kompozisyonlarının gerilimiyle desteklenen fırtınalı bir açılış sahnesinin ardından, adadaki Continue reading

Vesikalı Yarim (1968): Lütfi Akad Sinemasında Kadın Temsili Klasiği

Vesikali-YarimSinemacılar döneminin ilk usta ismi olan Ö. Lütfi Akad Vurun Kahpeye, Yalnızlar Rıhtımı, Gelin, Düğün, Diyet filmleriyle kendine has bir sinema dilini oluşturmuştur. Genellikle uzun, sabit kamera hareketleri ve yakın planları tercih etmesiyle, gerçekçi bir üslubu benimsediğinin işaretini vermektedir. İşlediği konularda seyircisini bir dış gözlemci olarak, hayatın içindeki gerçek karakterlerin olaylara bakışıyla birlikte yansıtmaktadır. Lütfi Akad’ın bu sinema anlayışını benimsediği zamanlarda, Türk sinemasında aile melodramları izlenmekte ve sinemanın bir sanat olduğu ikinci planda tutulmaktaydı. Tüm ülkede Türkan Şoraylı, Yılmaz Güneyli filmlerle star sistemi hakimdi ve sinema bir eğlence aracı Continue reading

Bir Nekrofili Biçimi (Fotoğraf Galerisine Yeni Bir Bakış)

* Bu yazı Susan Felleman‘ın 2006 yılında yayımlanan Art in the Cinematic Imagination adlı kitabından alınmış ve Türkçe’ye Fırat Çakkalkurt tarafından çevrilmiştir.

Basitçe söylemek gerekirse, erkek ölü bir kadınla yatmak ister; bir tür nekrofiliden keyif almaktadır.

Alfred Hitchcock

VertigoFrançois Truffaut ile yaptığı bir röportajda [1], 1958 yapımı Vertigo filminin konusundan söz ederken Alfred Hitchcock, bu sözüyle sadece Vertigo’nun bir hayli rahatsız edici ana önermesinden değil; söylemeliyim ki, genel anlamda sinematik deneyimin önemli bir psikoseksüel özelliğinden de gelişigüzel biçimde bahsetmektedir. Hitchcock’un gözlemini başlangıç (ve muhtemelen bitiş) noktası kabul ederek, Vertigo da dahil olmak üzere olağandışı bir ortak anlatı temasına sahip bazı filmleri inceleyeceğim: her birinde erkekler, erotizm ve suçluluk duygusuyla takılıp kalmış oldukları ölü kadınlara esrarengiz bir biçimde benzeyen başka kadınlara – ölü aşk nesnelerinin Continue reading

Peeping Tom (1960): Biz Burada Röntgencileri Sevmeyiz Dostum

Peeping-TomMartin Scorsese’ye göre Peeping Tom, film yapmak üzerine söylenebilecek her şeyin söylendiği iki filmden biri. Diğeri de Fellini’nin klasik filmi 8½. Scorsese bu bağlantıyı ‘bakmak’ ve ‘film yapmak’ arasındaki ilişkiden kuruyor. Yönetmenler kendi gözlerinden gördükleri dünyayı, kendilerine göre şekillendirerek filmlerinde seyirciye sunar. Yani sinemada esas olan yönetmenin bakışıdır. Bu açıdan, Michael Powell‘ın filmi de bakmak üzerine bir film olduğundan film yapma deneyimi üzerine önemli cümleler söylüyor.

Henüz ilk açılış sahnesinde film kendini belli ediyor zaten. Yakın planda kapalı bir göz birden açılıverir. Bu göz hikayenin ana karakteri Mark Lewis’e aittir ve film boyunca biz bu gözün Continue reading

Celal ile Ceren (2012): Bizler İğrendik, Siz de İğrenin!

Celal-ile-CerenBazı oyuncular, yönetmenin önündedir. Mesela Cem Yılmaz, Ata Demirer, Şahan Gökbakar gibi oyuncuların filmlerinde yönetmen etkisi yok denecek kadar azdır. Filmi şekillendiren tamamıyla bu oyuncuların performansları olur.  O yüzden de seyircilerin gözünde çoğu zaman filmler bu oyunculara aitmiş gibi bir algı ortaya çıkar. Kimse Togan Gökbakar’ın filmini seyrettim demez. O film Şahan’ındır çünkü ya da küçük bir anketle insanlara Yahşi Batı’nın yönetmeni sorulsa, çok az kişi Ömer Faruk Sorak cevabını verir. Büyük oranda alacağımız cevap Cem Yılmaz olur. İlginçtir ki bu algıyı sadece komedyenler yaratabiliyor. Muhtemelen de bu algıyı yaratabilecek kadar ‘star’ seviyesine çıktıktan sonra halkın gözünde sonsuz bir kredi Continue reading

Zerre (2012): Dikkat! Bu Gelen, Bir Auteur Yönetmenin Ayak Sesleri

ZerreToz zerrelerinin havada uçuştuğu bir açılış sahnesinin ardından, bu ilk uzun metrajında Erdem Tepegöz kamerasını toz zerresi gibi savrulan hayatlara çevirir ve bizi doğrudan Zeynep’in hayatından bir kesitin içine sokar. Zeynep, hasta kızı ve annesiyle birlikte Dolapdere, Tarlabaşı civarında döküntü bir evde yaşamaktadır. İş güvencesi olmadan, düşük maaşlarla, çok zor şartlarda çalışır. Onunkisi, metropolün şiddetine karşı ayakta kalabilme mücadelesidir.

Yönetmen, film boyunca kamerasını nadiren Zeynep’in yüzünden ayırıyor. Biz olanlardan daha çok, olanların Zeynep’e etkilerini seyrediyoruz. Onunla birlikte bu hayatı doğrudan yaşarız. Bu özdeşlik özellikle Zeynep’in Continue reading

Hayat Var (2008): Arabesk Daha Önce Hiç Bu Kadar Zarif Olmamıştı

Hayat-VarUsta işi kamera kullanımı, söz konusu Reha Erdem olduğunda hiç de sürpriz değil. Hatta öyle ki, Erdem görüntü konusunda Nuri Bilge Ceylan‘la karşılaştırılabilecek kadar başarılı bir yönetmen. İlk filmi A Ay‘dan bu yana, tüm Reha Erdem filmleri görselliğin en üst noktasındadır. İşte bu açıdan Hayat Var da sinema severleri hayal kırıklığına uğratmıyor.

Film, SİYAD, Yeşilçam, Altın Portakal, Berlin ve İstanbul film festivallerinden ödüllü. Hayat adında, post-modern İstanbul’un eşitsiz düzeninde altta kalan bir kızın yaşamı Erdem’in sinematik yeteneğiyle birleşince, ortaya ustaca görselleştirilmiş bir hikaye çıkmış ve filmin bu kadar çok ödül toplamasının altındaki en büyük faktör de işte bu. Continue reading