“The Last King of Scotland” filminden tanıdığımız, aynı zamanda belgesel filmleriyle de seyircilerin beğenisini toplayan ünlü yönetmen Kevin McDonald’ın “Yaz tatili sırasında 3.Dünya savaşı çıkarsa” temalı filmi “How I Live Now”, her türden bir parça alıp bünyesine katmış, orijinal bir fikre sahip olsa da bu orijinal fikri aynı yaratıcılıkta kullanmayı başaramıyor. Daha önce onlarcasını izlediğimiz kıyamet temalı filmlerin bilindik şablonunda ilerleyen film, hikayeye girerken seyircide oluşturduğu büyük beklentiyi devamında veremiyor ve hiçbir anında potansiyelini gösteremeyen zayıf bir film olarak akılda kalıyor.
Filmin hikâyesinden bahsettikçe neden potansiyelini yansıtamadığını daha açık görebiliriz diye düşünüyorum. Amerika’dan İngiltere’ye akrabalarını ziyarete giden asi kız Daisy’le uçak yolculuğu sırasında karşılaştığımız ilk sahnede, arka fonda çalan hareketli müzikle filmin temposunun yüksek olacağını anlıyoruz. Ardından Daisy karakterini tanıdıkça, yakın gelecekte geçtiği tahmin edilen filmin Daisy’nin gizli özelliklerine odaklanacağını düşünüyoruz, çünkü Daisy bir takım garip iç sesler duymaktadır ve bu iç sesler ona sürekli emirler yağdırır; Haplarını al, onu yeme, yürüyüş yap, tokalaşma vb… Filmin içinde bulunduğu gelecek kurgusunun sınırlarını bilmeyen bir seyirci, Daisy’i kodlanmış bir robot, özel yetiştirilmiş gizli yetenekleri olan bir çocuk, ya da geçmişte yaşadığı bir anıyı unutamayan duygusal bir kız olarak kafasında çizebilir, bu konuda senaryo ekibi bizim daha önceden Daisy’i tanıdığımızı düşünmüş olacak ki herhangi bir açıklama yapma gereği duymamışlar. Önyargısız bir seyirci Daisy karakterinin garip hareketlerine aldırış etmeden karakterin akrabalarıyla buluşmasını ve devamında Daisy ile kuzenlerinin diyaloglarını izlemeye devam eder. Daisy ilk başlarda kuzenleriyle birlikte olmaktan çok hoşlanmaz, bu arada Daisy’nin halası üst düzey bürokratlardan biri olarak resmedilir ve sürekli çıkması muhtemel üçüncü dünya savaşıyla ilgili raporlar hazırlamaktadır, daha sonra kuzenleriyle kaynaşan Daisy, en büyük kuzeni Eddie’den hoşlanmaya başlar. Şahin uçuran, sporcu kuzen Eddie tam bir gençlik ikonu olarak karşımızda durmaktadır ve onunla ilgili bilmemiz gereken sadece budur. Halasının acil olarak evden gittiği, Daisy ve kuzenlerin tek başlarına kaldıkları bir gün uzaktan patlayan bombaları izlerken rüyanın sona erdiğini anlarız, üçüncü dünya savaşı başlamıştır. Bundan sonra yaşananlar malum; koşarken kurşun geçirmeyen karakterler, sürekli son anda kurtulan Daisy ve onun cesaret kazanması, ekipteki zayıf halkanın başına gelenler, acımasız ve kim olduğu belli olmayan kötüler, kavuşmak için aşılan tepeler, dağlar… Nitekim görselliği ve itinalı görüntü yönetmenliği, müzik kullanımı, karakterlerin çok havalı gözükmeleri ‘sıkı’ bir aksiyon beklentisi oluştururken, sunulan Mtv klibi tadında yüzeysel bir koşuşturmaca. Üstelik karakterlerini zenginleştirememesi, gizem dolu Daisy karakterinin baştaki esrarengiz tavırlarına mantıklı bir cevap verilmemesi aksiyonun yapaylığını pekiştirmiş.
Kevin McDonald ve teknik ekibinin ortalama üstü bir performans çıkardıklarını ve bazı sahneleri sadece bu teknik performansla ayakta tuttuklarını görebiliyoruz. Filmin en zayıf karnı olan senaryosu, aynı zamanda filmin en önemli noktası. Sonuçta bu filmi diğer benzerlerinden ayıracak olan orijinal hikayesiyken, hikaye aksayınca bütün film çöküşe geçiyor. Başrolde Daisy rolünde Saoirse Ronan ortalama bir oyunculuk sergilemiş, “Atonement” ve “Hanna” filmlerinde dikkatleri çeken oyuncuyu büyüdükçe daha çok başrolde göreceğimize eminim. Bu ay itibariyle Başka Sinema kapsamında izlenebilecek olan film, kafa dağıtmak için izlemek isteyenlere önerilebilir.