Geçen yılki İstanbul Film Festivali’nin uluslararası yarışma bölümünde Altın Lale En İyi Film ödülünü kazanan “Ne Yaptın Richard?” filminin yönetmeni Lenny Abrahamson’un son filmi Frank ülkemizde bu yıl yine İstanbul Film Festivali’nde ilk kez gösterildikten sonra Başka Sinema kapsamında izleyicisiyle buluştu. Başrollerinde Michael Fassbender, Domhnall Gleeson, Scoot McNairy ve Maggie Gyllenhaal’i barındıran film oldukça keyifli, eğlenceli ve alternatif bir yapım. Müziğin ve komedinin iç içe geçtiği Frank’in çıkışında salonda tek bir mutsuz yüz görmek bile mümkün değildi.
Kendi halinde işine gidip gelen, bir yandan da şarkı denemeleri yapan ve günün birinde bir müzik grubunda çalmayı hayal eden Jon için hayat, sıkıcı ve rutindir. Kendini yetenekli gördüğü ve tek sığınağı olan müziği fiilen yapabileceği fırsat ise beklemediği bir anda karşısına çıkar. Soronprfbs adlı müzik grubunun klavyecisi intihar ettiğinde tesadüfen orada bulunan Jon bir anda kendini grubun yeni klavyecisi olarak bulur. Ardından albüm kaydı yapmak için onlarla bir kır evine yerleşir, işinden ayrılır ve kendisine miras olarak bırakılan parayı da grup adına masraflar için harcar. Her biri nevi şahsına münhasır kişilerden oluşan bu grubun başında akıl hocası olan ve absürdlüğün somutlaşmış hali denebilecek Frank bulunur. Frank, kafasında taşıdığı kocaman maskeyle yaşayan biridir. Bu karakter gerçekte Christopher Mark Sievey’in yarattığı Frank Sidebottom’dur. İrlandalı yönetmen Abrahamson’un kendisi de bizatihi bir komedyen ve müzisyen olan Christopher Mark Sievey’in hayat verdiği Frank’i filminin merkezine almakla ona ölümünden sonra bir anlamda selam gönderdiği ve hem müzisyenliğine hem de komedyenliğine saygı duruşunda bulunduğu söylenebilir.
Jon’un yeteneksizliğine ve grup üyelerince istenmemesine karşın Frank’in bilgeliğe varan olgunluğu, her konuda akıl danışılan karar mercii oluşu, insanları ikna etme kabiliyeti, müzik konusundaki yeteneği, aynı anda hem İngilizce hem Almanca konuşması kısacası ne gerekiyorsa onu yapabilecek bir anlamda doğaüstü güçlere sahip bir aurayla çevrelenmiş olması Jon’u Frank’e yakınlaştırır. Kişiler arasındaki anlaşmazlıklarına rağmen Jon bir süre sonra kendini Soronprfbs’in bir parçası gibi hissetmeye başlar. Grubun kavgalarını durdurmak için kullandıkları “Çinçilya!” (chinchilla) nidası ise adeta her şeyin kontrolden çıktığı anlarda bizim de bir durup düşünmemizi öğütler gibi.
Öte yandan Jon günlük aktivitelerini Youtube’a yükleyerek grubun önemli bir festivale çağrılmasını sağlar. Ancak bu durumu öğrendiklerinde kendilerine sormadan internete videolarını yüklediği için Jon’a kızan Don ve Clara’nın grubu terk etmesiyle konsere Frank ve Jon tek başına çıkmak zorunda kalır. Film boyunca festivale yüklenen umutlar bir anda çöker. Bu noktada grubun evdeki yaşamından, anlaşmazlıklarından beslenen komedi öğesi yerini kademe kademe drama bırakır. Jon’un haddini aşarak banyoda bile maskesiz göremediği Frank’in yüzünü görmesiyle Frank kaçar. Filmin devamında dışarıdan gelen bir yabancı olmanın, görünenin ardındaki görünmeyenin ne olduğu ve yeteneğin çalışmayla mı kazanıldığı yoksa doğuştan mı geldiği soruları art arda sorulurken izleyici de Jon’la beraber bu sorulara iç rahatlığı sağlamayan tekinsiz cevapların peşine düşer. Film boyunca sürdürülen sempatik hava Michael Fassbender’in oyunculuğuyla bir kat daha pekişir. Utanç’taki seks düşkünü adamdan 12 Yıllık Esaret’teki köle sahibine uzanan geniş rol skalasında Fassbender bu defa duygularını belli etmeyen bir maskenin ardında bile beden diliyle, sesiyle izleyiciyi etkilemeyi başarır.
Dolayısıyla insana dair pek çok şeyi, duygularını direkt dışa vurmayan Frank aracılığıyla anlatmayı seçen yönetmen Lenny Abrahamson, Fassbender’in oyunculuğunu da arkasına alarak güzel sözler, müzikler ve duygular eşliğinde komediden de faydalanarak farklı bir film tecrübesine imza atar. Öyleyse durup hayata “Çinçilya” demenin ve bu filmi izlemenin vaktidir…