Mustafa Kemal Atatürk Türkiye’de sinemanın gelişmesi için çeşitli çalışmalar yapmış, hatta bazı filmlerde oyuncu olarak da yer almıştı. Büyük Önder’in sinemaya olan ilgisi biliniyordu. Continue reading
Mustafa Kemal Atatürk Türkiye’de sinemanın gelişmesi için çeşitli çalışmalar yapmış, hatta bazı filmlerde oyuncu olarak da yer almıştı. Büyük Önder’in sinemaya olan ilgisi biliniyordu. Continue reading
Quentin Tarantino, tür filmleriyle dalga geçen kendine özgü üslubuyla modern sinemanın auteur yönetmenlerinden biri olarak kabul edilir. Şiddeti estetize ederek alaycı bir komediyle harmanlayan anlatımı ilk filmi Reservoir Dogs‘tan bu yana hiç değişmeden devam etti. Muhtemelen bundan sonra da usta yönetmen üslubunu değiştirmeyecektir ama işin ironik tarafı şu ki, Tarantino bir yandan tür filmleriyle dalgasını geçerken, diğer yandan kendi film türünü yarattı ve bu yolda birçok yönetmen de onu takip etmeye başladı. Martin McDonagh‘ın son filmi Seven Psychopaths‘ı izleyince insanın aklına ilk gelen işte bu oluyor. Continue reading
Woody Allen, şov dünyasına uf ak skeçler yazıp oynayarak adım atmış, ardından senaristlik teklifiyle sinema dünyasına yönelmiş ve günümüzde halen üretimini ve ününü koruyabilen bir yönetmendir. İç sorgulamasını ömrü boyunca sürdüren Allen; kendi kendine sorduğu soruları izleyiciye de zaman zaman dolaylı, zaman zaman direkt olarak sorar. Böylelikle kendi belirsizliğini izleyiciye aksettirerek onu da aktif hale getirmeye, onun da cevapların peşine düşmesini sağlamaya çalışır. Bunu filmlerin aracılığıyla yaparken izlediği yol ise, sinema dilinin alternatif imkânlarından sonuna kadar yararlanmaktır. Özellikle erken dönem çalışmalarında Continue reading
Klasik Hollywood sinemasının organik aile yapısını incelemeye alan ve yapıyı değiştirerek tartışmaya açan “Kramer vs Kramer”, aynı zamanda hayatımızı işgal eden kapitalist yaşam biçiminin aile kavramını bozguna uğratacağını işaret eden samimi bir film. “Bonnie and Clyde” filminin senaristi Robert Benton’un En İyi Oscar ödüllü bu filmi daha çok oyuncu performanslarıyla ön plana çıksa ve adından söz ettirse de, kalıplaşmış Hollywood cümlelerine getirdiği farklı bakış açısıyla da takdiri hak ediyor.
“Kramer vs Kramer” ismi itibariyle bir karşılaşma izleyeceğimizi düşündürtse de, aynı zamanda iki tarafın da birbirinden farkı olmadığını ve seyircinin bir Continue reading
Bu çalışmada, Geoffrey Nowell-Smith‘in editörlüğünü yaptığı Dünya Sinema Tarihi kitabının, egemen bağımlı ilişkisi açısından incelenmesi yapılmaya çalışılacaktır. İncelemeye editöryal tutum açısından hangi ulus sinemasına nasıl yaklaşıldığı ele alınarak başlanacak, İran sinemasının kitaptaki yeri ve bu bölümün yazarının İran sinemasına yaklaşımına değinilecek ve son olarak Türkiye sinemasının kitapta nasıl yer bulduğu değerlendirilmeye çalışılacaktır. Çalışmanın sonunda Avrupa merkezli bakışın kitaba ne derece sirayet ettiği sorgulanırken Batı’nın gözünden Doğu algılaması ve Doğu’nun da kendini Batı ölçütleriyle Continue reading
Hollywood tür sinemasının en iyi örneklerinin sergilendiği, ayrıca yeni türlerin oluşturulduğu dünyanın en büyük film endüstrisidir. Western, romantik-komedi, bilimkurgu gibi türlerde çok başarılı filmlerin temelinde Hollywood’un tür sineması üzerine oluşturduğu formüller bulunmaktadır. Örneğin, epik filmlerin hemen hepsinde aynı ilerleme gözlenir; kahraman bütün aşamaları geçer, finale geldiğinde rakibi onu yenecek gibi olur, en dibe vurduğu anda birden ayağa kalkar ve son rakibini de alt eder; ya da söz konusu filmin isminden yola çıkarsak, Castaway kelimesi deniz kazası sonucu adada mahsur kalan kişi için kullanılır ve bu tip filmlerde baş karakter adada kaldığı süre boyunca korku-isyan-kabullenme-umut- Continue reading
* Bu yazı Susan Felleman‘ın 2006 yılında yayımlanan Art in the Cinematic Imagination adlı kitabından alınmış ve Türkçe’ye Fırat Çakkalkurt tarafından çevrilmiştir.
Basitçe söylemek gerekirse, erkek ölü bir kadınla yatmak ister; bir tür nekrofiliden keyif almaktadır.
Alfred Hitchcock
François Truffaut ile yaptığı bir röportajda [1], 1958 yapımı Vertigo filminin konusundan söz ederken Alfred Hitchcock, bu sözüyle sadece Vertigo’nun bir hayli rahatsız edici ana önermesinden değil; söylemeliyim ki, genel anlamda sinematik deneyimin önemli bir psikoseksüel özelliğinden de gelişigüzel biçimde bahsetmektedir. Hitchcock’un gözlemini başlangıç (ve muhtemelen bitiş) noktası kabul ederek, Vertigo da dahil olmak üzere olağandışı bir ortak anlatı temasına sahip bazı filmleri inceleyeceğim: her birinde erkekler, erotizm ve suçluluk duygusuyla takılıp kalmış oldukları ölü kadınlara esrarengiz bir biçimde benzeyen başka kadınlara – ölü aşk nesnelerinin Continue reading
“Sergei Eisenstein’a göre siyah beyazın anlatım gücü sonsuzdur. Bunu kanıtlamak için müzikten örnekler verir. Tchaikovsky İolanthe uvertüründe yalnızca üflemeli çalgılara, Prokofiev Romeo ve Juliet’in ikinci bölümünde yalnızca mandolinlere yer verir. Besteciler tüm orkestrayı kullanabilecekken üflemelileri ya da mandolinleri seçerler. Sinemada da kimi kez siyah beyaz, renkten çok daha etkili olabilir.” [1]. Aynen Sen Aydınlatırsın Geceyi‘de olduğu gibi.
Euripides‘in “İnsan endişeden yaratılmıştır.” sözüyle açılan ve adını Shakespeare‘in ünlü sonesinden alan film, klasik temalarla örülü, bariz Continue reading
Türkçe’ye Umut Işığım adıyla çevrilen Silver Linings Playbook, The Fighter ve I Heart Huckabees filmleriyle tanıdığımız David O. Russell‘ın son filmi. Filmde sıradışı bir zeka parıltısı görmek pek mümkün değil, buna rağmen kazanılan Oscar adaylıkları ise Silver Linings Playbook için oldukça ekstra başarılar. Akademi’nin en iyi film adayları arasında çoğu yıl bir kontenjanı Amerikan orta sınıf ailesinin sorunlu ilişki yapısına ayırdığı bir sır değil. American Beauty, Juno ve The Descendants bu türün son 15 yıldaki en başarılı örnekleriydi. Bu filmlerin yolundan giden Silver Linings Playbook içinse aynı şeyi söylemek çok zor. Continue reading
Modern sinemanın klasik temaları arasında en popülerlerden biri bağımlılık ve bağımlılık temelinde odaklanılan uyuşturucu bağımlılığı. Zaman zaman Türkiye sinemasında da örneklerine rastlayabiliyoruz uyuşturucu temasının ama en başarılı uygulamalar ABD ve Avrupa sinemasına ait. Bir kalemde akla gelenler ise Danny Boyle’un Trainspotting‘i, Gus van Sant’ın Drugstore Cowboy‘u ve tabii ki Darren Aronofsky’nin Requiem for a Dream‘i. Jerry Schatzberg’in yönettiği 1971 yapımı The Panic in Needle Park (Esrar Bitti) ise uyuşturucu temalı filmler için bir öncü olmasının yanı sıra, konuyu işleyişindeki farklılığıyla da dikkat çekici bir film. Continue reading