Frances 27 yaşında, Brooklyn’de ev arkadaşıyla yaşayan, hayatta her şeyi başardıktan sonra onur belgeleriyle Paris’e taşınma hayali kuran, hayat dolu bir modern dansçıdır. Ev arkadaşı Sophie, Frances’a göre daha aklı başında görünse de, bu iki genç kadın aslında aynı kişidir. Sophie, Frances’ın ruh ikizidir. İlk anda Frances ve Sophie arasında lezbiyen bir ilişki olduğu fikri akla gelir ama onlar sadece arkadaştır; o kadar yakın arkadaşlardır ki, Frances’ın söylediği gibi “artık seks yapmayan lezbiyen bir çift”e benzerler ve ne zaman ki Sophie evden ayrılır, o zaman Frances için büyük düşüş başlar. Filmin renk paleti sadece siyah ve beyazdan oluşuyor olsa da, Frances hayatında her şeyin açıkça siyah ya da beyaz olmadığını görecektir. İşte Frances Ha, bu genç kadının hikayesini Continue reading
Category Archives: ABD Sineması
Gambit (2012): Rahatsız Etmeyin, Coen Kardeşler Dinleniyor
Türkiye’de remake filmlere hala mesafeli yaklaşılırken ABD ve Avrupa sinemasında her yıl yeni remake filmler görücüye çıkıyor. Bunlardan biri de Gambit. Henüz Türkiye’de vizyon tarihi belli olmayan filmin orijinal versiyonu 1966 tarihli. 46 yıl sonra çekilen bu yeni versiyonu ise birçok eleştirmen tarafından orijinalinin kötü bir kopyası olarak değerlendirilse de, ben en azından eğlenceli bulduğumu söyleyebilirim.
Genel olarak soygun filmlerini hep eğlenceli bulmuşumdur zaten. Neden bilmiyorum ama janr farkı gözetmeksizin soygun filmleri bana çok hitap eder. Belki çoğu zaman Robin Hood-vari zenginden alıp fakire verme ülküsünün türevlerini konu edinerek sosyal adaleti yerine Continue reading
Badlands (1973): Katil Doğanlar Değil; Zorla Katil Edilenler
Altın Palmiye ve Altın Ayı ödüllü Amerikalı yönetmen Terrence Malick, daha sonraki yıllarda ne işler yapacağının işaretlerini – adam olacak çocuk misali – 1973 yılında ilk filmini tamamladığında vermişti. Henüz 30 yaşındayken yaptığı bu ilk film olan Badlands, Malick filmografisinin temel yapı taşlarından biri. Yaklaşık 40 yıllık sinema hayatı boyunca sadece 6 film yapmış olan Malick’in iki film arasındaki uzun sessizliklerinin, aslında ne kadar yoğun bir yaratım çalışmasıyla dopdolu olduğunu anlayabilmek için Badlands mutlaka izlenmesi gereken bir film.
Badlands genel olarak bir ilk filmden ziyade, oldukça olgun bir üsluba sahip olmasıyla Malick’in ileride yapabileceklerinin iyi bir göstergesi. Daha Continue reading
Foxcatcher (2014): Bir Yalnızlık Trajedisi
Foxcatcher, başarılı bir ‘Amerikan Rüyası’ eleştirisi olarak karşımıza çıkıyor ve bu başarının en önemli payı Foxcatcher’ın eleştirisini çok katmanlı bir şekilde yapıyor oluşunda saklı.
Bütün izlediğim sinema filmleri içerisinde artık en kötücül karakterin John DuPont olduğunu söyleyebilirim! Karakterin sinema diline aktarılışının ne kadarı yönetmenin uyarlamasıdır bilemeyiz ama bu karakter üstelik gerçek hayattan ve bu da yaptığı eleştiriyi daha esaslı hale getiriyor. Continue reading
The Imitation Game (2014): 2. Dünya Savaşı’nda ‘Dahi’ Olmak
Her ne kadar Oscar maratonunu bir adet heykelcikle kapatmış olsa da , o da uyarlama senaryo dalında, ‘The Imitation Game’ bütün özellikleriyle tam bir Oscar filmiydi. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sının enigma kodlarını çözüp İngiltere’nin savaşı kazandıracak en kritik müdahaleleri yapmasına olanak sağlayan dahi Alan Turing’in hayatı üzerinde hiçbir senaryo numarası yapmadan düz bir anlatımla bile verilse adaylıklara kesin gözüyle bakabilirdik. Üstelik eşcinsel olan ve bu yüzden dönemin şartları içerisinde bu yüzden cezalandırılan bir isim olarak da Turing yapımcılar için bulunmaz bir nimet. Devlete olan katkıları ve yaptığı tüm çalışmalar elli sene boyunca devlet sırrı olarak saklanan, intiharından çok sonra ‘hakkı’ kendisine verilen ve ‘ödüllendirilen’ Turing’in bilgisayarların ilk prototipini oluşturduğu Continue reading
Life Itself (2014): Yıldızlar Roger Ebert’e
Gene Siskel ile film eleştirmenliğine farklı bir boyut katmış, Hollywood Bulvarı’na adını yazdırmış, mesleğinde marka olmuş bir isim Roger Ebert. Yazdığı eleştirilerle uzun bir süre popüler sinemayı takip eden kesimin iyi/kötü anlayışını etkilemiş, baş parmağını yukarı kaldırmasıyla bir filmi gişe rekortmeni yapabilen bir ismin hayatının anlatıldığı bir film hakkında ne denilebilir? Steve James’in yönetmenliğini yaptığı, usta eleştirmenin son anlarına tanıklık eden ‘Life Itself’, hem vizyonda hem de if2015 programındayken mutlaka sinema severler tarafından izlenmeli. Çünkü sinemaya gönül vermiş birinin nasıl bu sektöre dahil olduğu, çalışkanlığı ve kıvrak zekasıyla nasıl sektör içerisinde yer edindiği Continue reading
The One I Love (2014): Terapist Tavsiyesi
Yazının başlığı ‘Terapist Tavsiyesi’ çünkü hikaye evliliklerinde sorun yaşayan Ethan ve Sophie’nin evlilik terapistine gitmesi ve terapistin yazlık bir villaya ikiliyi tatile gitmeleri için ikna etmesi üzerine başlıyor. Charlie McDowell imzalı 2014 yılının en ‘garip’ fantastik filmlerinden biri olan ‘The One I Love’ aslında son yarım saatlik dilimine kadar gayet başarılı ve kendi içerisinde tutumlu bir film ancak çoğu minimalist fantastik film gibi bu film de işin sırrı çözülmeye başladıktan sonra tabağa bir kepçe daha almaya çalışıp, bütün malzemeyi taşırıyor. If 2015 kapsamında izleyeceğimiz film, yüksek seyir kalitesi sayesinde festivalin ne izle geç filmlerinden, ne de unutulmazlardan. Continue reading
Rosewater (2014) : Yapay Gerçeklik, %100 Propaganda
2009 yılında İran’da casusluk suçlaması yüzünden göz altına alınan ve 118 gün göz altında işkence gören İran asıllı Kanadalı gazeteci Maziar Bahari’nin hikayesini anlatan ‘Rosewater’ filmi, ünlü televizyoncu Jon Stewart imzalı bir drama. Başrolünde Gael Garcia Bernal gibi usta bir oyuncunun olduğu filmde, sinemamızın önemli oyuncularından Haluk Bilginer de filmin oyuncu kadrosu arasında. Bu sene if2015 kapsamında izleyebileceğimiz film, bağımsız ruhtan uzak, stüdyo işi bir film ve bu ‘prodüksiyon’ havası film ile seyirci arasındaki duygusal geçişlerin tam olarak gerçekleşememesine sebep oluyor. Continue reading
Love is Strange (2014): Ölüm, Aşk Hikayesinin Neresinde?
Ira Sachs’ın bu yılın merak edilen ve festivallerde beğeniyle karşılanan son filmi ‘Love is Strange’, kırk yıllık birlikteliklerini evlilikle taçlandıran Ben ve George’un hikayesini anlatıyor. If 2015 programı kapsamında gösterilecek olan film, hafif, sakin ve huzurlu bir atmosfere sahip ve izleyicisini yormadan hikayesini basit bir dille anlatıyor. Ne var ki, anlatılacak hikayenin fazla özellikli olmaması ve hikayenin bir noktadan sonra sadece bahsi geçen çiftin eşcinsel olması üzerinden ilerlemeye çalışması, ortaya kısır, fazla yenilik sunamayan, sönük bir filmin çıkmasına sebep oluyor. Daha sonra tekrar değineceğim ‘konusuz’ hikaye dezavantajına rağmen filmin elindeki en büyük koz Alfred Molina ve John Lithgow gibi oyunculara sahip olması. Continue reading
Tusk (2014): Anlamsız, Sebepsiz, Gereksiz…
Hollywood seri filmleri haricinde çoğu filmi izlerken o filmin çekilme amacını merak ederim. Senaristin hayal dünyasında yaşananlar, gerçek hayatta karşılaştığı olayların perdeye yansıması hep merakımı çekmiştir ve bu yüzden ‘sebepsiz’ yere çekildiğini hissettiğim filmlere karşı hep mesafeli durmuşumdur. Tabi arka planda hemen hemen her filmin yapım amacı ‘para kazanmaktır’ ancak ön planda bir derdi olmayan film baştan eksi puanla başlar. 90’lı yıllar Amerikan bağımsız filmlerine damga vuran isimlerden biri olan Kevin Smith, doksanlardaki başarısını ne yazık ki ilerleyen yıllarda sürdüremedi Continue reading