2013 yılında Cannes Film Festivali’nde yarışan “Blood Ties”, ünlü Fransız oyuncu ve yeni yönetmen Guillaume Canet’in ikinci sinema filmi. İlk film “Les Petits Mouchoirs” pek çok yıldız oyuncusunun yanında ilgi uyandıran senaryosuyla başarılı bir filmdi ve yönetmenin ileriki filmler adına umut vermişti. Bir grup arkadaşın çıktıkları tatilde birbirleriyle olan ilişkilerini gözden geçirdikleri dram türündeki filmden sonra yönetmen bu sefer ağırlıklı olarak suç temalarını içeren, yine diyaloğa dayalı bir kitap uyarlamasıyla karşımızda. Billy Crudup, Clive Owen, Marion Cotillard, Zoe Saldana ve Mila Kunis gibi bol yıldızlı bir kadronun boy gösterdiği “Blood Ties” ne yazık ki yönetmenin ilk filmi kadar parlak bir başarıya imza atamıyor, hatta Cannes’da yarıştığı uzun versiyon halini değil de sinemalarımıza uğrayan kısa halini izlemiş biri olarak bir suç filminin nasıl ‘olmaması’ gerektiğine dair iç sıkan bir film ortaya çıkarıyor.
Polis memuru Frank ile azılı bir suçlu olan ve hapisten yeni çıkan Chris adında iki kardeşin etrafında dönen hikaye, 1970’li yıllarda Brooklyn’de geçiyor. Frank kurallara bağlı, polislik görevine saygı duyan disiplinli bir adamken, Chris ayakta durmak için suç işlemeyi seçen, yeri geldiğinde adam öldürmekten geri kalmayan romantik bir suçlu görüntüsü çiziyor. Hapisten çıktıktan sonra şartlı salındığı için iş bulmak zorunda olan Chris kardeşinin de yardımıyla bir yerde çalışmaya başlar. O sırada Frank ise, eski sevgilini geri kazanmak için saplantılı bir yolculuğa sürüklenmiştir. Frank görünürde babasının en hayırlı oğlu, aynı zamanda da vefalı bir kardeş gibi davranmaya çalışır ancak Chris yeniden suç hayatına döndüğünde, Frank işiyle kardeşi arasında bir yol ayrımına girecektir.
Konusunu aldığı kitabı okumasanız bile bir filmin iyi bir uyarlama olmadığını anlamak mümkündür. Hikaye başlarken aksar, konuya giriş yapamaz, sonlanamaz, sonu tatmin etmez, hep bir eksiklik duygusu uyandırır seyircide. Blood Ties filminde de baştan sona hep bir anlatım eksikliği bulunmakta; karakterlerin içlerinin doldurulamaması, hikayenin anlatılmayan kısımlarının kağıt üzerinde önemsenmemesi, suç filmleri arasında özel bir yere sahip olabileceği hiçbir özelliğinin olmaması… Bir türlü kendini gösteremeyen, ağırlık merkezindeki ana hikayeyi ağırdan anlatarak en büyük hatasını yapan film, üstelik bir de klişelerle dolu olunca izlenmesi zor bir seyirlik ortaya çıkmış.
Biri polis biri hırsız iki kardeş karakter deyince zaten akla az çok belirli bir konu geliyor, ortalama bir derecede sinemayla ilgili bir seyirci bile filmin iyi/kötü dengesi oluşturmaya çalışacağını, daha sonra tek bir noktada iki farklı dengenin karşılaşıp, iyinin içindeki kötüyü, kötünün içindeki iyiyi görüp, düzenin asla bozulmayacağını anlatılacağını tahmin edebilir. Bu filmin en büyük hayal kırıklığı, vasat ve şaşırtmaktan uzak anlatımının yanında tamamen bilindik öğelerden meydana gelen senaryosu. Blood Ties filminin televizyonda yayınlanan sıradan bir suç filminden farkı tanındık bir yönetmene ve ünlü oyunculara sahip olması. Hatta televizyon için yapılan suç filmlerinin ilgi çekmek adına yöneldikleri ucuz aksiyonun da bu filmde olmadığından yola çıkarak, Blood Ties’in hem sıradan hem de sıkıcı bir yapıt olduğunu söyleyebiliriz. Guillaume Canet, hikayenin başladığı, geliştiği, farklı dallara ayrılıp birleştiği evrelerin herhangi birinde anlatım ya da içerik bakımından orijinal bir sahneye/diyaloğa sahip olsaydı bile fark yaratabilirdi. Kısa versiyonun tatmin edicilikten uzak görüntüsü uzun versiyonun nasıl olacağını merak ettiriyor ancak Cannes film festivalinde filmin uzun versiyonunun da eleştirilerle karşılaştığını göz önüne alarak, Guillaume Canet’in bu sefer iyi bir iş çıkarmadığına kanaat getirmek mümkün.
Oyunculara baktığımızda göze çarpan ilk isim vefakar görünümlü ancak içinde bir nebze de olsa kardeşinin suça yatkınlığını taşıyan polis karakterinde Billy Crudup. Clive Owen polis memuru Frank’in kardeşi Chris rolünde değil de, Frank’in kardeşi Clive Owen rolündeymiş gibi sade. Hikayeye ucuz yardımlar sağlayan yan karakterler arasında Marion Cotillard’ı izlemek keyifliydi ancak Marion Cotillard’ı Batman filminde bile beğendiğimi söylersem bu konuda objektif olmadığımı anlarsınız. Son olarak yönetmene olan inancımı ilk filminden dolayı hala koruyorum, bu filmi de ilerleyen yıllarda yönetmenin filmografisini tamamlamak isteyenlere ancak önerebilirim. Bir suç filmi dinamik, sürprizlerle dolu ve kışkırtıcı olmalı. Bu film ise ağır, sıradan ve sıkıcı.