Yüzyılın oyuncağı seçilmiş, Danimarka merkezli Lego oyuncakları, 1949’dan bu yana sürekli gelişip dünyasını genişletmekte. Legoların en çok ilgi uyandıran özelliği, basit ve sonsuz bir kombinasyona sahip olmaları. Aynı zamanda bir yandan günümüzde legolarla üretilen bir prototipe elektrik aksamı yerleştirip çeşitli iş araçları yapmak mümkünken, bir yandan da 80’li yıllardan kalma bir lego parçasıyla günümüzde satılan lego parçalarının hala birbirleriyle uyumlu olması lego felsefesini özetleyen hem basit, hem de çığır açıcı bir özellik. Çocukların zihinsel gelişimini hızlandırdığı kanıtlanmış bu oyuncakların değişen ve 2 boyuta indirgenmiş, yalancı bir 3 boyutla desteklenmiş teknoloji karşısında en büyük düşmanları şüphesiz ki video oyunları. Lineer bir düzlemde ilerleyen ve sana sunulan tuş kombinasyonlarının haricinde hareket edemediğin video oyunları, içlerinde çocuk gelişimini destekleyen çeşitleri olsa dahi genel olarak hareket engelleyici, emir verici niteliklere sahiptir. Çocukların plastik oyuncak kutularının yerini konsolların aldığı ve legoların ‘beyaz yakalı hobisi’ olmaya doğru yol aldığı bu noktada “The Lego Movie” söylemini tam olarak legonun sahip olduğu felsefe üzerinden inşa ediyor. Daha önce “Cloudy With a Chance of Meatballs” filminde karşımıza çıkan Phil Lord ve Chris Miller lego filminin hem yazar hem yönetmenleri.
Lego her ne kadar çeşitliliği yaratıcılığı geliştiren bir oyuncak olsa da film bunun tam tersi bir dünya çizerek başlıyor. Klasik bir kötü-iyi mücadelesi sonrasında ortaya çıkan kehanet, bir gün özel bir kişinin ortaya çıkıp kötülüğü sona erdireceğini belirtir. İlk sahne filmi izleyecek küçük çocukların gözlerini kocaman açıp dikkat kesileceği kadar hızlı ve bir o kadar klişe, bilerek keskin bir iyi/kötü çizgisi çeken film böylece çocukların mevcut keskin hatlarla çizilmiş algılarını daha kolay bir yolla uyandırıyor ve hikayesine başlıyor. Sıradan bir lego karakteri olan Emmet, neredeyse yaşadığı dünyanın tüm kaynaklarına hatta direkt olarak kendisine sahip olan “President Business”in halka dayattığı kurallara mutlulukla uymakta, iyi bir insan olmak için kuralların dışına çıkmadan yaşamaya gayret göstermektedir. Aslında hiç arkadaşı olmayan, silik bir karakter olan Emmet yine de halinden şikayetçi değildir ve başkanın emrettiği üzere günlük televizyon dizilerini izleyerek, bir kahveye değerinden çok daha fazlasını vererek, iş yerinde robotmuş gibi sadece koordinatları takip ederek başarılı bir insan olduğunu düşünmektedir. Günlerden bir gün iş çıkışı karanlıkta esrarengiz bir kadınla karşılaşan Emmet, onun çekim etkisine kapılır ve peşinden gider, böylece iyi ile kötü arasındaki savaşta çok önemli kilit bir rol oynayacaktır ve beklenilen ‘Özel kişi’nin kendisi olduğunu fark edecektir. “The Lego Movie” filminin yazınsal boyutu vizyona girdikten sonra çok övüldü ve çocuk filmi olarak düşünülen bir animasyon filminde bu tarz sistemi eleştiren bir senaryo takdirle karşılandı. Tabi ki izlerken bir lego karakterinin Starbucks’tan medya sektörüne, oradan oy verme sistemine hatta demokrasi kavramına direkt olarak eleştirilerde bulunması filme karşı seyircide sempati oluşturuyor hatta filmin günümüz çocukları için bile çocukça kaçabilecek aksiyon sahneleri anlayışla karşılanabiliyor. Ancak “The Lego Movie”nin orijinal bir eleştirisel altyapıya sahip olduğunu söyleyip filmi çocuk filminden bir derece yukarıda ele alıp yorumlamak yanlış olur. Hatta kapitalizmi eleştiren kapitalizm filmlerinden örnek verecek olursam, The Matrix filmini lego karakterlerine uyarlasalardı büyük ihtimalle “The Lego Movie” ye çok benzer bir hikaye ortaya çıkacaktı; sıradan bir adam, ansızın kapısını çalan ‘beyaz tavşan ikonu’ ve tavşanı takip ederek kendisini içinde bulduğu farklı bir dünya, hatta dünyalar. Filmdeki iyi polis/kötü polis karakterini Ajan Smith’le bile karşılaştırmak mümkün, bu karşılaştırmaların devamı da olabilir. Sonuçta bu tarz filmlerin söylemlerini olumlu bulduğum kadar yapıcılıktan uzak buluyorum. Film de kendi içerisinde özellikle son yarım saat yönünü değiştiriyor ve ‘asıl anlatmak istediğim buydu’ diyerek bu sefer de “Toy Story” kıvamında bir aile hikayesine dönüşüyor. Komutsal düzenin bir parçası olmuş baba figürüyle hayal gücü henüz kırılmaya uğramamış küçük bir çocuğun mücadelesi insanda lego alıp oynama isteği uyandırıyor ki bu da sanırım filmin hem vermek istediği mesajı başarılı bir şekilde verdiğini, hem de insanların video oyunlarından legoya dönüş yapmaları amacını gerçekleştirdiğini gösteriyor.
Batman başta olmak üzere, Süpermen, Gandalf, Dumbledore ve daha bir sürü tanıdık karakterin de yardımcı karakter olarak Emmet’e yardım ettikleri bu serüven çocuklar için bulunmaz bir hazine ancak nedense sistem eleştirisi yapan filmleri çok ciddiye aldığımdan olsa gerek yavan eleştirel söylemler karşısında tepkisiz kalıyorum. Yine de Legolarla ilgili film yapılacağını duyduğumda böylesine kaliteli ve beyazperdede cılız kalmayacak bir filmle karşılaşacağımı düşünmemiştim. Aksiyonun bir an bile azalmadığı ve bir saat kırk dakikalık hikayenin hiç aksamadığı filmin görselliğini lego parçacıklarıyla sağladığını düşününce filmi izlemenin farklı ve deneysel bir kazanç olacağını söyleyebiliriz.