İsminin başında ‘American’ olan bir filmi hiç izlememek lazımdı aslında. Bunu da Amerikan milliyetçiliğine karşı bir insan olduğum için söylemiyorum çünkü elbette bir propaganda aracı olarak Hollywood’un Amerika güzellemesi yapmasını doğal buluyorum, ancak filmin isminde direkt olarak niyetini belli eden ‘Amerikan’ kelimesi genelde işin sadece Amerika’ya yönelik olduğunu gösteren bir ipucu anlamı taşıyor. Bu film de Amerikalılara hitap eden, Amerikan seyircisinin beğenilerine göre şekillenen vasat bir film.
Eğer yönetmeni David O. Russell olmasaydı ve Oscar yarışında 10 dalda adaylıkla sivrilen bir yapım olmasaydı, film hakkında 70’ler döneminde geçen bir polisiye filmi tanımından başka üzerinde durmaya değecek bir konu bulamazdım. Açıkçası aynı yazıları geçen sene Argo filmi için de yazabilirdim. Argo nasıl geçen sene Amerikan halkı, basını ve akademisyenleri tarafından şişirilip dünyanın geri kalanına servis edildiyse, aynı şişirme bu sene American Hustle için geçerli. 12 Years a Slave filmini de beğenmeyen biri olarak, American Hustle yavanlığı ile bana rakibini sevdirdi.
David O. Russell ismi 3 Kings, Figther gibi filmlerin ardından özellikle geçen sene büyük sükse yapan Silver Linings Playbook filmiyle öne çıktı ve yine son filmindeki oyuncularla 70’li yıllarda geçen bir polisiye hikaye üzerinde çalıştığı öğrenildiğinde büyük merak uyandırmıştı. Silver Linings Playbook filmini beğenen bir izleyici olarak o filmdeki samimiyeti bulmak American Hustle’da çok zor.
Dolandırıcı bir çiftin (Christian Bale–Amy Adams), hırslı bir polis (Bradley Cooper) tarafından yakalandıktan sonra kendilerini zorla bir operasyonun içinde bulmalarıyla başlayan film, klasik bir polis-mafya-siyaset operasyon filmi. Diğer benzeri filmlerden ne eksiği, ne de fazlası var. Türünün klasik sinema kalıplarını bilen yeni nesil seyirci için beklendiği gibi başlayan, beklendiği gibi bir süreci izledikten sonra yine hiç şaşırtmadan beklendiği gibi biten bir film. Sahnelerin aralarında da oyuncu kadrosunun zenginliğinden yararlanan yönetmen, başta Jennifer Lawrence’a ait olmak üzere bol bol parodi sahne eklemiş. Amerikan komedi programlarındaki kısa skeçleri andıran pek çok sahne, filmle olan zayıf bağı komple alıp götürüyor.
Peki bu filmin bu kadar ön plana çıkartılmasının sebebi nedir? İlk olarak aklıma Hollywood’un yeni Amerika menşeili auteur yönetmen çıkarma hevesi geliyor. Çoğu Amerikalı film eleştirmeni yazılarında David O. Russell için methiyeler düzüyorlar ve özellikle de bu filmle alakalı bir Martin Scorsese karşılaştırması yapılmakta. Konu itibariyle ve filmde konuk oyuncu olarak Robert De Niro’nun yer almasıyla film şirketinin, yönetmeni Hollywood’a böyle pazarladığını düşünebiliriz ancak gerçek şu ki Scorsese-Russell arasında çok büyük vizyon farkı var. Diğer bir sebep ise filmin vitrinindeki zenginlik olabilir. Karakterler gerçek dışı bir yorumla, ‘kitsch’ bir hava katılarak çizilmiş ve bunun da filmin kendine ait bir ‘trend’ oluşturma isteğinden kaynaklandığını görebiliriz. Bu isteği, Amerikan toprakları mevzu bahis ise başardıklarını söyleyebiliriz ancak 70’li yıllar dönemi yine de karakterler ve kıyafetlerden çok daha fazlasını vaat ediyor, mekansal anlamda filmin etkileyiciliği de hikayenin perde üzerindeki inandırıcılığı kadar.
American Hustle, David O. Russell için “Bu sefer olmadı dostum” diyebileceğimiz bir film. Oscarlar yaklaşırken insan merak etmiyor değil, birbirinden vasat filmlerin arasından akademi nasıl bir seçim yapacak diye.