“Tropic Thunder” gibi başarılı bir işten sonra Ben Stiller yönetmenlik koltuğuna bir kez daha oturuyor ve bu sefer 1947 yapımı “The Secret Life of Walter Mitty” uyarlamasına el atmış durumda. Eski film o dönemin şartlarına göre şekillenmiş bir konuya sahipken, Ben Stiller günümüz teknolojisine ve akımlarına uygun bir şekilde filmi günümüze adapte etmiş. Bu yüzden filmi kendi içerisinde değerlendirmek ve yeni başka bir film olarak değerlendirmekte yarar var.Walter Mitty adındaki utangaç ve içine kapanık karakterin dünyasına ilk girdiğimizde karakteri nizami harcama hesapları yaparken buluyoruz ve ardından yalnız karakterimizin arkadaşlık sitesinde hoşlandığı bir kadının profilini beğenip beğenmeme arasındaki kararsızlığına tanık oluyoruz. Daha sonra o kadının Walter Mitty ile aynı iş yerinde çalıştığını öğreniyoruz ancak filmin başlarda asıl ilgimizi çeken yanı bu değil. Çünkü Walter Mitty günlük hayat işleriyle uğraşırken anlık kopmalar yaşayıp hayaller alemine dalan ve macera dolu alt evreninin süper kahramanı olan sıra dışı bir kara kterdir! Gerçek hayattaki tüm ‘kaybeden’ yanlarına rağmen, o kendi hayal gücünde yenilmez bir ‘kazanandır’. Örneğin istasyonda tren beklerken aniden yan binaya sıçrayıp patlamak üzere olan evden küçük bir köpek kurtaran Walter Mitty, bu hayali kurarken aslında sadece treni kaçırmaktadır. İşte böyle bir karakterin ‘bir şekilde’ gerçek macerayla tanışmasını anlatan film, tipik bir Amerikan filmi. Filmin başında ve sonunda dev Amerikan bayrağı sallasalardı dahi bu durumun sırıtmayacağını söyleyebilirim, Hollywood’u halkını gaza getirmek için kullanan Amerikan Film Enstitüsü’nün bu başarılı çabasını takdir etmek lazım. Öyle ki karakter abartılı bir ‘kaybeden’ iken nasıl oldu da köpek balıklarıyla dövüşecek düzeye geldi anlamlandırmak zor ancak niyet belli; cesaret ve maceraperest ruh Amerikalıların kanında var. Filmin ana fikri bu. Gerisi efekt ve doğa sahneleri.
Life isimli dergide çalışan Walter Mitty, Sean O’Connell adında profesyonel bir doğa fotoğrafçısından fotoğraf negatifleri alıp, bunları dergiye hazırlayan sıradan bir ofis elemanı. Gün gelip şirketin yönetimi başkalarına devredildiğinde, derginin kapatılmasına ve internet tabanlı bir dönüşüm geçirmesine karar verilir. İşten çıkarılmaların başlandığı sırada Sean O’Connell’den Life’ın son sayısına özel bir fotoğraf serisi gelir ancak derginin kapağına konulmasını özellikle belirttiği 25. fotoğraf ortada yoktur. Şirketin yeni idarecilerine fotoğrafı kısa süre içerisinde hazırlayacağını söyleyen Walter Mitty, fotoğrafı bulmak için Sean O’Connell’in peşine düşüp fotoğrafı bulmalıdır yoksa hem işini, hem de işyerinde hoşlandığı kadını kaybedecektir. Küçükken Dünya turuna çıkmak isteyen macera ruhlu bir çocuk iken babasını kaybettikten sonra bir anda kendisini pizzacıda bulan ve ailesine para götürmek zorunda hisseden Walter Mitty bastırılmış maceraperestliğini bu vesileyle ortaya çıkarıyor ancak onun hikayesi sığ ve basmakalıp bir şekilde anlatıldığı için çok da etkileyici gözükmüyor. Evet belki karakterimiz Grönland’dan İzlanda’ya oradan da Afganistan’a pek çok yere gidiyor ve bize kart postal tadında görüntüler sunuyor ancak özellikle filmin ilk yarım saati, yani karakterin hayalperest olduğunu ve anlık kopmalar yaşandığını bize zorla kabullendirmeye çalıştığı zaman diliminden bahsediyorum, belki de son zamanlarda izlediğim en sıkıcı ilk yarım saatti. Walter Mitty gibi karikatürize ve derinliği çok olmayan bir karakterin hayal gücünü anlatmak için çırpınan Ben Stiller, yarım saat boyunca karakteri hayal aleminde sağdan sola fırlattıktan sonra kollarını sıvazlıyor ve hikayesine başlıyor. Devamında olay örgüsüne baktığımızda mücadelelerle geçen sahneler bütünü bir şekilde kendisini izlettiriyor ve ilk yarım saatin uyuşukluğunu üzerinden atıyor. Ancak Ben Stiller’in “Tropic Thunder” filminde yine kendi oynadığı aksiyon starı karakterini anlatırken dalga geçtiği, gerçeklikten uzak abartılı sahneleri bu filmde ‘ciddiyetine inandırmak istediği’ Walter Mitty üzerinde kullanması tezat bir durum ortaya koymuş.
Sean O’Connell rolünde Sean Penn küçük de olsa önemli bir role sahip ve karizmatik oyunculuğuyla hemen ilgiyi üzerine çekiyor. Öte yandan Grönland ve İzlanda topraklarını güzel görüntüler eşliğinde izlemek de filmin bir diğer artısı. Ancak Ben Stiller’in çok basite indirgediği ‘benlik mücadelesi’ özünde ne çok yeni bir şey söylüyor, ne de seyircinin dikkatini canlı tutacak bir anlatıya sahip. Özetle “The Secret Life of Walter Mitty” sürekli hayal kuran karakteriyle hayalden hayale koşarken, gerçeklikten kopmuş ve bu durum senaryo gerçeğe döndüğünde inandırıcılıktan uzak bir hikâyeye dönüşmüş.