2012 yapımı François Ozon imzalı “Dans la Maison” filmi, sinemanın çokça tartıştığı gerçek-kurmaca arasında gidip gelen, ana hikayeyi gerçek kabul edip, başrol oyuncusunun yazdığı kısa hikayeleri kurmaca olarak sunan bir filmdi ve filmin başarısı seyirciyi gerçeğin ana hikaye olduğuna inandırmasında yatmaktaydı. Halbuki ana hikaye de kurmaca bir hikayeden ibaret en nihayetinde, sonuç olarak kurmaca bir hikayenin içerisinde kurmaca bir yan hikaye, bir alt küme daha oluşturularak, gerçeklik algısını gerilim öğesi olarak kullanmaktaydı yönetmen. İnanmak isteyen seyircinin inancı üzerinden ilerleyen ve sinemanın teknik kabiliyetlerinin sınırlarında gezinen gerçek-kurmaca çizgisi arasında mekik dokuyan filmler her zaman ilgi çekicidir, İsveçli provokatif yönetmen Anna Odell 33.Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde gösterilen, orijinal ismi “Atertraffen” olan bu filmiyle gerçek-kurmaca arasındaki çizgiyi bulanıklaştırmak isteyip, zor bir deneye kalkışmış.
Genelde film tanıtımı ile film kritiği arasında bir yazı yazarken hikayenin can alıcı kısımlarıyla ilgili ipuçları vermesem de, “The Reunion” filmi hikayenin bütününü etkileyen sürpriz bir yumurtaya sahip olduğu için, mecburiyetten de olsa filmin can alıcı kısmından bahsederek yorum yapmam gerekecek (Filmi izlemeyenlerle daha sonra tekrar görüşmek dileğiyle). Avrupa’da iyice moda olan liseliler toplantısıyla açılıyor filmimiz, Part 1: Speech başlığıyla girilen sahnede Anna Odell’i psikolojik sorunları olan, içine kapanık, nevrotik bir tipleme olarak ancak ilginç bir şekilde kendisini oynarken görüyoruz ve katıldığı liselilerin yeniden buluşması toplantısı elli dakikalık bir sürede onun için giderek kaotik bir hale dönüşüyor. Lisede onla olay eden erkek grubu, küçümseyen kızlar grubu derken karakterimiz yıllar boyunca lisede yaşadığı ezik ruh halini üstünde taşımış bu ve sosyal kişilik bozukluğu onun hayatını derinden etkilemiş. Buluşma toplantısında kişilerle yaşadığı sıkıntıları bir bir yüzlerine söyleyen ve bir arınma ayini geçiren Anna, toplantının sonunda salondaki kitlenin geneli tarafından dışarı atılır ve lise yıllarında yaşadığına benzer kötü bir süreç geçirir. Filmin bu kısmına kadar hikayenin toplantı ekseni içerisinde geçeceğini ve minimalize edilmiş bir toplum modelinden yola çıkarak genellemelere gidileceği düşünülebilir. Çünkü aykırı karakterin kandırılması, doğruları söylediği halde dışarı atılması, topluma uymayanın kötü bir imaj çizmesi ve insanları rahatsız etmesi ve benzeri sosyolojik konulara yakın temas eşliğinde geçiyor film. Ancak filmin ikinci kısmı, yani Part 2: Meeting bölümü filmi çok farklı bir bölgeye taşıyor ve aslında Anna Odell’in deneyinin bir parçası olduğunu fark ediyoruz. İlk bölümdeki toplantı sahnesi ‘gerçekte’ Anna Odell’in sanatsal bir çalışmasıdır ve kendi bakış açısından eğer böyle bir liste toplantısına katılsaydı olacakların filminden ibarettir. Karakterler gerçek karakterlerdir ancak bir oyuncu grubu tarafından canlandırılmışlardır. Anna Odell bu filmi lise arkadaşlarını tek tek çağırarak izletip onların yorumlarını alır ikinci kısımda. Ve ortaya bakış açısının gerçek ile kurgu arasında ne kadar değiştiğini gösteren bir deney sonucu çıkar. Örneğin kimi karakter kendini kurgusal halinden daha kibar hatırlar, kimisi yaşananların abartıldığını düşünür, kimisiyse filmi izlemeyi reddeder ve deneyin amaçsız olduğunu savunur. Anna Odell’in bu küçük oyunu gerçek ile kurgu arasında sağlam bir temele oturuyor ancak sinema kurgusu çok farklı bir olgu ve yönetmenin giriştiği bu riskli oyun, seyircide bir geri sıçrama yaşatıyor. Öyle ki ilk kısımda Anna Odell’in hikayesine inanan seyirci, ikinci kısımda her şeyin kurmaca olduğunu görüp filme bağlanıyor ancak kopma noktası ikinci kısmın Anna’nın iddia ettiği gerçekliğe sahip olmaması. Başta belirttiğim “Dans la Maison” örneğinde, kurmaca bir film izlediğini bilen seyirci, kurmaca hikayenin yan hikayesinin kurmaca içerisinde kurmaca olduğunun farkında. Ancak aynı şeyi “The Reunion” filminde söyleyemeyiz çünkü kurmaca olduğunu bildiğimiz ana hikayenin aslında yine kurmaca olan bir yan hikaye olduğunu kabul etmek kolay olsa da, filmin ana hikayeyi de kurmaca gibi sunması gerekirken ana hikayeyi belgesel formatına dönüştürüp, hikayeye yine kurgusal faktörlerin eklenmesi, senaryoya olan inancın yok olmasına sebep olmuş. Toplantı sahnesinin kurmaca olduğun fark edilmesiyle birlikte belgesel formatına dönüldüğünde, Anna Odell’in filmin dili üzerinde daha fazla oynama yapmaması gerekirken, ne tam olarak yarı-belgesel niteliği taşıyan, ne de kurmaca film özelliği taşıyan arada kalmış, başarısız bir çok katmanlılık ortaya çıkmış. Anna Odell’in kavramsal sanat ile ilgili enterasan düşüncelere sahip olduğunu görmek mümkün ancak sinema diliyle sahip olduğu fikri tam olarak örtüştürememesi ve filmin tek dayanağının da sahip olduğu fikri olması neticesinde izlerken hoşunuza giden ancak sonrasında kayda değer bir noktaya parmak basamayan ve inandırıcılıktan yoksun bir filme imza atmış.