Sigmund Freud’un çalışmalarından şekillenen psikanaliz kavramı, hastanın zihinsel aktivitelerinin açıklanmasında bilinç dışı etkenleri inceleyen ve sayısız tedavi yöntemi içeren önemli bir kuram ve bu kuramın geliştiricileri başta Freud olmak üzere Carl Gustav Jung ve Sabina Spielrein’in hayat hikayeleri de dikkate değer. Psikoanaliz deyince akla gelen üç ismin; Freud, Jung ve Spielrein’in ortak hikayesini yakın zamanda David Cronenberg’in “A Dangerous Method” filminde izlemiştik. İtalyan yönetmen Roberto Faenza ise 2002 yapımı bu filmde daha çok Jung ile Spielrein arasındaki tutkulu hikayeye ve Spielrein’in psikanalizin ortaya çıkış sürecindeki pozisyonuna değiniyor, Freud ise görünmez gizemli bir mektup arkadaşı pozisyonunda. Cronenberg’in “A Dangerous Method” filmi psikanaliz konusuna ilgi duyan seyirciler için izlemesi keyifli bir filmdi ancak sonuç olarak kavramın kendisine olan yüzeysel bakış açısı filmin en büyük eksikliğiydi. “Prendimi L’anima” ise o filme kıyasla daha fazla özlü söze sahip ancak yine de sahip olduğu konunun hakkını tam olarak vermiyor.
Sabina Spielrein (Emilia Fox) 19 yaşında genç bir kızken psikolojik sorunları olduğu gerekçesiyle ailesi tarafından hastaneye kaldırılıyor ve orada Dr. Carl Gustav Jung (Iain Glen) ile tanışıyor. Dr. Jung, bir baba gibi gördüğü Sigmund Freud’un gölgesinde onun fikirlerini geliştirmeye çalışan genç bir doktor ve çalıştığı h astanede hastaları üzerinde yeni metotlar denemekte. Hastaların ellerini ayaklarını bağlayıp bir odaya kapatılmasını ‘karanlık çağdan kalma’ eylemler olarak nitelendiren Jung, hastalarıyla arkadaş olmaya, onlarla paylaşım içerisinde olmaya ve onların bilinçaltlarına yolculuk etmeye çalışıyor. Sabina ile başladıkları tedavi süreci boyunca pek çok sorunla karşılaşan Jung, hastasının bilinçaltında yatanları anlamaya çalışırken karşı konulamaz bir tutku ateşinin içine doğru çekilmeye başlıyor.
Her ne kadar filmin bütünü günümüzde yaşayan genç bir kadın ile tarihçi arkadaşının Sabina’nın anılarını takip edip onu aramasına odaklanarak geçse ve sonuçta ortaya Sabina Spielrein’in biyografik hikayesi ortaya çıksa da, eski dönem sahnelerinin çoğunluğu Spielrein ile Jung’un ihtiraslı ilişkisine odaklandığı için hikaye içerisinde bir dengesizlik söz konusu. Spielrein’in hikayesini anlatan sahneler lineer bir şekilde sıralandığında ağırlıklı olarak Spielrein-Jung ilişkisi ön plana çıkıyor ve Spielrein’in hastalığından, iyileşme sonrası yaşadıklarına kadar diğer bilgiler hep üstünkörü geçiliyor. Seyirci olarak Spielrein-Jung aşkı ile ilgili bir film mi yoksa Spielrein biyografisi mi izliyoruz tam olarak anlamak mümkün değil. İyi niyetli bir anlatım tarzı var ancak Spielrein’in sahip olduğu hayat öyküsü daha detaylı bir incelemeyi hak ediyor. Hem Spielrein’in hastalandığı süreçten ölümüne kadarki uzun yolculuğu, hem Jung’un ona olan tutkusunu, Jung-Freud-Spielrein mektuplaşmalarını, Freud-Jung arasındaki baba-oğul savaşını ve bunun Jung’un hayatına yansımasını anlatmak doksan dakikalık bir film için oldukça zor. Aynı sorunu Cronenberg’in “A Dangerous Method” filminde de görmek mümkün, iki filmin sonunda da seyirci olarak filmdeki boşluklardan rahatsız olmak mümkün, tabi Cronenberg’in filmine göre bu filmin daha başarılı bir giriş-gelişme-sonuç düzlemine sahip olduğunu da söylemek lazım.
Jung ile eşinin filmin başındaki bir konuşmada, Jung’un Freud’u baba olarak görmesinden bahsediliyor, ardından Jung’un eşi psikanaliz kavramıyla ilgilenenlerin anlayacağı bir espri yapıyor; “Bakalım onu ne zaman öldüreceksin” diye. Freud’un “Oğulların babaları öldürme içgüdüsü” üzerine çalışmaları mevcut ve film bu tarz psikanaliz kültürüne göndermelerle dolu. O açıdan konuyla ilgili olanlar için filmi eğlenceli bir bulmaca olarak görmek mümkün. Tabi Freud’un ‘Hastaya tutkuyla bağlanma’ hakkında olumsuz düşünceleri olduğundan yola çıkarak, Jung’un Spielrein’e karşı duygularının altında Freud’a karşı bir saldırı amacı olup olmadığını da insan merak ediyor. Filmde açık bir şekilde Freud-Jung-Spielrein atışmalarından bahsedilmiyor sadece Spielrein’in boşluğa giden mektupları mevcut. Daha önceki paragrafta da bahsettiğim gibi, psikanalizin kurucu üçlüsü filmin yapı taşları ancak hikaye fazlaca aşk-tutku ve Yahudi Spielrein’in İkinci Dünya Savaşı’nda başından geçenler üzerine kurulu. Aynı şekilde aralarda rüya kavramı ile ilgili yorumlamalar da mevcut ancak bütün bu psikanaliz ile ilgili sahneler toplandığında Spielrein’i arayan genç kadının sahneleri kadar etmiyor. Bahsi geçmişken, filmin çekildiği zamanda geçen diğer hikayede genç kadın ile tarihçi olduğunu söyleyen adamın eski hikayeyle ortak noktasının olmaması ve tek başına önemli bir hikayeye sahip olmaması da filmin olumsuz yönlerinden.
Psikanalizin bilinçdışı etkenlerden beslenen bir psikolojik kuram olması seyircide karakterlerle ilgili çok fazla bilgiyi keşfetme isteği uyandırıyor. Örneğin Sabina Spielrein gibi öncesinde nevrotik rahatsızlıklar gösteren birinin daha sonrasında psikanalizin önemli geliştiricilerinden biri olması ve bu yöntemleri çocuklar üzerinde yoğunlaştırması üzerinde durulması gereken bir yan konu. Filmin kısa sürede vermek istediği ‘çocuklara ilk adımla birlikte özgürlüğün aşılanması ve korkudan uzak durması fikri’ Spielrein’in psikanaliz tekniğini kullanarak Jung’un ona karşı olan geri çekilmesine önemli bir hamle olarak yorumlanabilir. Ancak Spielrein’in davranışlarının nedenlerine inilmemesi ve özellikle Freud-Jung ve Sabina arasındaki mektuplaşmaların üzerinde durulmaması filmde büyük bir altyapı boşluğuna sebep oluyor.
Filmin olumlu yanı kendisini seyrettiren bir dinamizme sahip olması. Doksanlı yıllara özgü hikaye anlatım yöntemlerine sahip film klasik bir televizyon filmi formatında, başarılı bir kompozisyon ödevi gibi. Sahip olduğu hikaye yüzeysel ve eşit dağılımdan uzak bir hikaye olsa da, yönetmen sade kompozisyonlarla seyirciyi yormadan hikayesini anlatıyor ve merak unsurunu her daim canlı tutuyor. Game of Thrones’tan tanıdığımız Iain Glen ile Coupling kadrosundan Emilia Fox çok iyi bir ikili olmuşlar ve onları izlerken filmin ilk yarısının nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile. Film biraz daha uzun bir süreye yayılsa mini dizi kıvamında etkileyici bir seri olurdu diye düşünüyorum çünkü film tam olarak sahip olduğu Spielrein hikayesini seyirciye aktaramıyor.