Woody Allen bu sefer Roma’da. Avrupa gezisinin sonuna doğru Roma’ya gelen yönetmenin genel olarak en çok beğenilen Avrupa temalı filminin Midnight in Paris olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki bu filmin ilk sahneleriyle birlikte seyirci ister istemez iki filmi karşılaştırma yoluna gidebilir. To Rome With Love Allen’in biraz daha şahsi, gırgırına yaptığı filmlerden, tabii bütün filmlerindeki samimiyet ve içtenlik duygusu bu filmde de mevcut. Ancak Midnight in Paris ölçüsünde başarılı bir filmle bu filmi kıyaslamak bu filmin de kendine has güzelliklerini ve eğlenceli yanını seyirci gözünde sekteye uğratabilir. O yüzden baştan bu filmi kendi dinamizmi içerisinde değerlendirirsek seyirci daha eğlenceli bir şekilde filmi okuyabilir ve Woody Allen mizahına doyabilir.
Roma bu filmde dört farklı hikayeye ev sahipliği yapmakta; Amerikalı turist Hayley ve Roma’da tanıştığı avukat Michelangelo’nun tanışmaları ve evliliğe giden yolda ailelerinin birbirleriyle ilişkileri ilk hikayeyi oluşturmakta. Klasik bir İtalyan solcusu rolünde Michelangelo ile Hayley’in ateist ve girişken babasının aralarındaki uyuşmazlıklar hikayenin espri kaynağı. Michelangelo’nun sadece banyoda opera söyleyebilen babasını ‘keşfeden’ Hayley’in babası Jerry, bu yeteneği es geçmek istemez ve opera sahnesine duş kabini koyarak girişimciliğin sınırlarını zorlamaya karar verir. İkinci hikayede balayına Roma’ya gelen Antonio ve Milly’nin kabusa dönen hikayesiyle karşılaşırız; yüksek sosyeteden Antonio Milly’i akrabalarıyla tanıştırmak istemektedir ancak Milly kuaföre diye gidip Roma sokaklarında kaybolunca ve kazara Antonio’nun odasına bir hayat kadını gönderilince Antonio ile Milly evliliklerinin en başında Allen’in kalemi tarafından çok önemli bir sadakat testine tabi tutulacaklardır. Üçüncü hikayemiz başarılı mimar John’un yıllar sonra Roma’ya tekrar gelerek eski anılarını canlandırması üzerine; Roma’nın büyüleyici sokaklarında geçmişinden izler bulan John gençlik yıllarının dönüm noktasını, kadınlara ve ilişkilere olan bakış açısının değiştiği anları bizimle birlikte tekrar hatırlayacaktır. Dördüncü ve Roberto Benigni’nin muhteşem performansıyla favorim olan hikaye ise sıradan bir adamın aniden üne kavuşması ve şöhretle mücadelesini anlatmakta. Şöhretin beklediği gibi çıkmaması, “Ne renk iç çamaşırı giyiyorsunuz” gibi sorular üzerine sıradan bir orta sınıf vatandaş olan Leopoldo zor zamanlar yaşayacaktır.
Woody Allen’in ürettiği karakterleri detaylarıyla anlatmaya çalışmak, onları analiz etmek hem bir yandan keyif verici, hem de sayfalar sürecek zor bir iş. Sabun köpüğü gibi gözüken her karakterin saplayacağı iğnesi var ve çuvaldızın da yönetmenin bizzat filmde kendi oynadığı karakter olduğu da aşikar. To Rome with Love filminde en güçlü, en sadık, en dindar, en normal insan bile bir noktada kontrolden çıkıp kendisini nitelendirdiği özellikten çok uzakta bir görünüş çizebiliyor ve sonradan eski haline dönse bile yaşadığı ‘kriz anından’ ders çıkarmış oluyor. Woody Allen soruyor, sadakatten bahseden kimseler acaba gerçekten ciddi bir sadakat testinden geçirildi mi ya da şimdiki zamanda çok başarılı ve güçlü gözüken bir karakter bu başarılı profile ulaşmak için ne gibi hatalar yaptı, hayal edilen şöhretli hayata kavuştuğunda bu şöhreti ne kadar sahiplenebileceksin ya da kendi başaramadığın kariyeri başkalarının başarabilmesi için opera salonuna duş kabini sokabilecek kadar ileri gidebilir misin? Allen’in arkadaş çevresiyle yaptığı uzunca sohbetler sonucunda meydana geldiğine inandığım bu hikayelerin ve karakterlerin ortak noktası başta sadece Roma gibi gözüküyor ancak yönetmenin dehası Roma’nın şehir ruhunu karakterlere paylaştırarak başka bir ortak nokta daha oluşturuyor; o da Roma şehrinden gelip geçmiş çoğu sanatçının yapmaya çalıştığı gibi kalıcı olmak. Karakterlerin hemen hepsi yükselişe geçmenin hayaliyle yaşayan insanlar, yetenek avcısı Jerry (Bu rolü Allen’in oynadığından bahsetmiş miydim?), akrabalarına kendini beğendirmeye çalışan Antonio, şöhret budalası Leopoldo ve gençliğini hatırlayan John’un gençliğiyle yüzleştiği sahnelerdeki bütün karakterler hep Roma gibi ihtişamlı, sonsuzluğa uzanan, romantik, gizemli karakterler olmak için can atıyorlar.
Diyalogların hiçbirini kaçırmak istemeyeceğiniz bol sohbetli bu filmde diğer tüm filmleri gibi ayrıntılar ana hikayenin önüne geçmekte ve bu ayrıntıları yakalamak film seyrine ayrı bir eğlence katmakta. Mizahın felsefesiz olamayacağının en büyük kanıtı Woody Allen’in bu filmi de dahil olmak üzere hiçbir filmini kaçırmamak gerek.