Shame (2011): Senin Bacına Aynısını Yapsalar İyi Olur mu Kardeş?

ShameBirkaç yıl öncesine kadar Steve McQueen denince akla ilk olarak PapillonThe Magnificent Seven ve The Great Escape filmlerinin unutulmaz aktörü olan Hollywood yıldızı Steve McQueen gelirdi, ama şimdilerde bu isim Hunger filmiyle tüm dünyada büyük beğeni toplayan Altın Kamera ödüllü İngiliz yönetmeni anımsatıyor. Uzun yıllar kısa film yönetmenliği yapan ve ilk filmi Hunger’ı 2008 yılında çeken McQueen’in ikinci filmi olan Shame ise yönetmenin sinema anlayışındaki keskin çizgileri netleştirmesi açısından filmografisinde önemli bir yere sahip.

New York’ta yaşayan, orta yaşlı, yakışıklı, kariyer sahibi bir adam olan Brandon’ın seks bağımlılığı üzerinden modern insanın yalnızlığını ve sığlığını odak noktasına koyan film, çok güçlü bir senaryoya sahip olmamasına rağmen yönetmenin üst düzey rejisi sayesinde seyircisi üzerinde hemen geçmeyecek bir etki bırakıyor.

Shame

Öncelikle, filmin ilk sahnesinden itibaren – kimi seyirciler için rahatsız edici olabilen – fiziksel çıplaklık, tüm açıklığıyla, hiçbir şey saklamaya çalışmadan seyircinin suratına çarpıyor. İlk bakışta ucuz bir numara gibi görünebilecek olan bu çıplaklık, Brandon’ın iç dünyasının da seyirciye tüm çıplaklığıyla sunulmasıyla bir arada düşünüldüğünde film içindeki doğru yerini bulmuş oluyor. Bu iki yönlü çıplaklığı görselleştirirken, Steve McQueen seyirciyi gözetleyen bir pozisyona sokacak şekilde kamerasını kullanmış. Böylece, Brandon kendi halinde yaşayıp giderken, biz onun en çaresiz anlarına da en keyifli anlarına da şahit oluyoruz. Onu tuvaletini yaparken de, New York sokaklarında koşarken de, metroda seyahat ederken de, kadınlarla sevişirken de izliyoruz. Yani, bir bakımdan hayvan belgeseli seyreder gibi Brandon’ı kendi yaşam alanı içinde günlük hayatını yaşarken gözetler konumdayız. Bu açıdan Shame, dünyaya ve hayata dair büyük büyük cümleler söyleyen bir film değil; sadece bir insan portresi.

Bu hissi sağlamak oldukça zordur. Michael Haneke‘nin hemen hemen her filminde ustaca oluşturduğu bu hissi vermek için McQueen de ana karaktere karşı mesafeli bir duruş sergilemiş. Yakın planlardan kaçınmış. Diyaloglu veya diyalogsuz sahnelerde ayırt etmeksizin uzun tek çekimler kullanarak – ki Hunger’da bunun alası mevcuttu – gerçeklik duygusunu daha da güçlendirmiş. Filmin dünyasını bizim için bu kadar gerçek kılan bir diğer şey de tabii ki Michael Fassbender‘in müthiş oyunculuğu. Hunger’da da birlikte çalıştığı oyuncusundan yine üst düzey verim almış McQueen.

Shame

Brandon’ı çerçevenin kenarlarında tutmak suretiyle durağan sahnelerde dengesiz kompozisyonlar kullanarak karakterin manevi dengesizliğini görsel olarak vurgulayan kamera kullanımı ve karakterin gelişimiyle paralellik göstermesi açısından son bölüme kadar çoğunlukla uzun tek planlarla ilerlerken son bölümde hızlanan kurgu kompozisyonu, Shame’in senaryosundaki tüm açıkların görmezden gelinmesini sağlayacak kadar iyi işleyen zeka parıltıları.

Hayata karşı güçlü olduğunu zannederken kız kardeşinin gelişinin ardından güçsüzlüğünü fark eden ve kendini büyük bir utancın içinde bulan Brandon’ın hikayesinde birçok noktayı kapalı bırakmış yönetmen. Bu açıdan Shame, klasik Hollywood tarzı filmleri sevenlere pek hitap edecek bir sinema deneyimi vaat etmiyor. Brandon’ın bilinmeyen arka plan hikayesi, kız kardeşi ile arasındaki muğlak ilişki, kız kardeşi ile David’in ilişkisine verdiği aşırı tepki ve Brandon’ı filmin sonunda kadınlara karşı farklı bir tutum göstermeye iten belirsiz sebepler, seyircinin yorumuna bırakılan noktaların en önemlileri. Bu açıdan Steve McQueen, seyircisini alıcı konumuna sokmak yerine onlara sorular sorarak kendi cevaplarını bulmaya ve kendi algılarına göre filmi anlamlandırmaya sevk ediyor. Roland Barthes hayatta olsaydı Shame’i mutlaka beğenirdi. Toprağı bol olsun.

Shame

Shame sadece Brandon’ın değil; aynı zamanda New York’un da hikayesi. Woody Allen‘dan alışkın olduğumuz üzere New York’u filmin bir karakteri gibi kullanan McQueen, Brandon için geçerli olan yalnızlığı ve sığlığı New York şehrine de atfetmiş. New York’un filmdeki rolünü doğrudan vurgulayan Sissy’nin New York, New York yorumunun filmde kesintisiz kullanıldığı sahne, aynı zamanda filmin duygu yoğunluğunu büyük bir zarafetle dramatize ederek seyirciye geçirmesi açısından da filmin en akılda kalıcı sahnesi.

Kimilerinin bağımlılık teması üzerinden Requiem for a Dream‘e ve seks, ahlak, utanç ilişkisi üzerinden Antichrist‘a benzettiği Shame, aslına bakılırsa kendi üslubunu yakalamış tamamen özgün bir film. Öyle ki, henüz bunu söylemek için erken olabilir ama Steve McQueen’den yeni bir auteur çıkması çok muhtemel görünüyor. Önümüzdeki aylarda seyredeceğimiz 12 Years a Slave, belki daha net bir karar vermemizi sağlar.

Herkese iyi seyirler!

Advertisement

2 thoughts on “Shame (2011): Senin Bacına Aynısını Yapsalar İyi Olur mu Kardeş?

  1. Bence filmin bir diger onemli ozelligi de su: shame oldukca ‘normallesen’ porno ‘tuketiminin’ nasil bir gizli sosyopatiyi nsil besleyebildigine isaret ediyor. Keza brandon cinselligini yasayamayan, karsi cinsle, cinselligi de icerecek sekilde sosyallesemeyen biridir ve porno onun bu acziyetini adeta normallestirmekte, ona sikisip kaldigi bu hucrede ‘yardim etmektedir’.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s