The Purple Rose of Cairo (1985): Woody Allen’in Bağımsızlığı (Bölüm 2)

the-purple-rose-of-cairoWoody Allen’ın bağımsızlığını filmleri aracılığıyla incelemeye çalıştığım ikinci bölümde, yönetmenin kendisinin de en sevdiğim filmim dediği The Purple Rose of Cairo /Kahire’nin Mor Gülü filmini ele alacağım.

1985’te çekilen Kahire’nin Mor Gülü’nde Woody Allen, senarist ve yönetmen olarak  görev alır. 1986’da Altın Küre’de En İyi Senaryo dalında ödül alan filmde, bir kere daha “Gerçek nedir?” sorusunun sorulduğu görülür ve yine Allen;veremediği, tekinsiz, iç rahatlatmayan cevaplarla belirsizliğin sınırlarında gezinerek izleyicinin de huzursuzlanmasını, gerçeğe dair düşünmesini ister. Çünkü film tamamen bir üst kurmaca (meta fiction) örneğidir.
1929’da yaşanan Büyük Ekonomik Buhran’dan sonra kocasından gördüğü muameleden hoşnut olmayan ve işini de severek yapmayan Cecilia; akşamları sinemaya gidip kendini klasik Hollywood kodlarının sunulduğu filmlere kaptırıp, bir buçuk saatliğine de olsa hayatın “gerçeklerinden” uzaklaşıp bunların varlığını korumasına hatta her defasında yeniden üretilmesine katkıda bulunur. Genellikle filmlerin finalinde genç kızların daha zengin bir hayata kavuşmasıyla -SiegfriedKracauer’ınadlandırdığı haliyle sinemaya giden küçük tezgâhtar kızlar-adeta kendisi aradığı aşkı bulup sınıf atlamışçasına bir katarsise uğrayarak rahatlar. Çünkü filmde hedeflenen öncelikli özdeşleşme, genç kızların starlarla kurdukları ilişkiye dayanır. Böylelikle genç kız kendini filmin “ötekiler”inden ayırarak beyaz perdede dahi olsa mükemmellik yönünden hayalini kurduğu dünyanın starı olabilme şansına erişir.

Ancak Kahire’nin Mor Gülü’nde perdede gördüğü karakterin somut olarak yanına gelmesine sevinen, ona aşık olan Cecilia için sorun, karakteri oynayan gerçek oyuncunun da çıkıp gelmesiyle ve onu aşkına ikna etmeye çalışmasıyla başlar. Nitekim Cecilia, TomBaxter karakteri hayali olduğundan Gil Shepherd’ı yani karakteri oynayan oyuncuyu seçer ve Tom’u yeniden perdedeki rolüne gönderir. Bolca sektör eleştirisi içeren filmde Allen’ın temel izlekleri görülür. Zaten Gil’in sırf filmin akıbeti için Cecilia’ya âşıkmış numarası yapıp Tom’u perdedeki görevine döndürdükten sonra arkasına bile bakmadan kaçması, Kracauer’ın önerdiği özdeşleşmeyi sağlamaz ve sırf bu nedenle bile Kahire’nin Mor Gülü’nün içerik ve biçim olarak klasik anlatılara meydan okuduğunu söylemek mümkün hel gelir. Süre olarak yine kısa olan bu filmde Allen’ın kafasının içindeki sorular, perdeye mutlak cevapları olmaksızın yansır.

the-purple-rose-of-cairo

Allen, “herkesin film çekmek istediği bir dünyada yaşadığı için film yaptığını, filmlerinin tüm denetiminin kendisinde olduğunu, son montajı onun çıkardığını, senaryoyu onaylatması gereken biri olmadığını, her şeyin onun istediği biçimde şekillendiğini” [Robert E. Kapsis-KathieCoblentz, Woody Allen, çev. Ebru Kılıç, (Agora Kitaplığı, İstanbul: 2011), s. xiii. ]söyler. Sıralanan tüm bu ölçütler Allen’ın -ne mutlu ki- bağımsız film yapmak için gerekli imkânlara sahip olduğunu gösterir. O da bizatihi bu şansını iyi kullanıp özellikle ilk on beş yıl içindeki işlerinde epey alternatif bir sinemanın kapısını aralar. Gerek içerik gerekse konu mevzuunda ödün vermeden kendi olabilmeyi başaran yönetmenin Zelig ve Kahire’nin Mor Gülü filmlerinde yalnızca kendinden sorumlu olduğu ve bu sorumluluk çatısı altında var oluşla, Tanrı’yla, kadın-erkek ilişkileriyle ilgili büyük sorulara cevap ararken ironiden hem oyunculuk stili hem de diyaloglar yardımıyla yararlandığı görülür. Bu kişi ve hikâyeler aracılığıyla sevgiye, gerçeğin yanılsamasına, varoluşa dair ölmeyecek sorular soran yönetmen, bunların cevaplarının insanoğlu var olduğundan beri arandığını ama hala bulunamadığını bu nedenle tek, iç rahatlatıcı, somut bir cevap aramak yerine olası, kişisel cevapların daha tatmin edici olabileceğini belirtir.

Toparlarsak Woody  Allen, yakın dönemin en önemli bağımsız sinemacısı olarak zaman zaman -kendi deyimiyle- başarısızlıklar ya da düşüşler yaşasa da bunu, doğal bir süreç olarak değerlendirir, kendisinin özellikle gençlik heyecanı ve fikir üretme becerisiyle çektiği erken dönem filmlerinde takındığı tavır, bağımsız sinema anlayışına sadıktır denebilir.

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s