Yönetmen David Michot’un daha önceki filmlerini izlememiştim ve filmin künyesine bakmasaydım izlediğim hikâyenin Amerika’lı yeni mezun olmuş bir sinema öğrencisinin elinden çıkmış olduğunu düşünürdüm. Avustralya’nın kırsal kesiminde, post-apokaliptik bir dönemde geçen “The Rover”, konu olarak insanlar arasındaki iletişimin ve manevi değerlerin tükendiği, şiddetin ve el koymanın başrolde olduğu bir dünyada bir adamın aracının çalınması ve aracını bulmak için sarf ettiği çabaya odaklanıyor. Tür olarak aksiyon-suç-dram karışımı bir film ancak diğer türlerden de yararlanmış yönetmen; özellikle neo-western bir atmosfer oluşturma konusunda sade ancak etkili bir işe imza atmış. Ancak Continue reading
Category Archives: Yabancı Sinema
Spoorloos (1988): İki Altın Yumurta
Hollandalı yazar Tim Krabbe’nin kitabından uyarlanan George Sluizer imzalı 1988 yapımı ‘Spoorloos’, son dönem Avrupa sinemasının gerilim türünde parmakla gösterilmesi gereken bir filmi. Rex ve Saskia tatil için Fransa’ya gelirler ve eğlenceli başlayan yolculukları yakıt almak için gittikleri benzin istasyonunda bir kâbusa dönüşür. Saskia’nın ‘nedensiz’ yere bir anda ortadan kaybolmasıyla ne yapacağını şaşıran Rex bir yandan sevgilisini bulmak için mücadele verirken, seyirci de bir yandan bu olayla ilgili kan donduran planın detaylarını öğrenir.
Bazı filmler vardır ki hakkında bahsetmek için muhakkak son sahnesinden olaya başlaman gerekir ya da filmin son sahnesi Continue reading
Y Tu Mama Tambien (2001): Gençlik Arayışı
Öncesinde ‘A Little Princess’ ve ‘Great Expextations’, sonrasında ‘Children of Men’ ve ‘Gravity’ gibi yapımların olduğu Alfonso Cuaron’un filmografisinde, kendi ülkesinde ülkesinin sorunlarını dert eden ‘Y Tu Mama Tambien’ gibi bir filme imza atan yönetmen için, bu filmin başarılı bir sıçrama tahtası olduğunu söylemek mümkün. İki genç arkadaşın orta yaşlı bir kadınla çıktıkları seyahate odaklanan film, bu üç karakterin arasındaki cinsel tansiyonu ön plana çıkarsa da arka planda Meksika’daki sınıf farklılıklarına ve yoksulluğa yer veren sosyal bir film.
Tenoch (Diego Luna) ve Julio (Gael Garcia Bernal) içtikleri su ayrı gitmeyen iki arkadaştır; her yere Continue reading
Locke (2014): A Noktasından B Noktasına
Redemption filminden sonra ikinci yönetmenlik denemesiyle festivallerde dikkat çeken Steven Knight daha çok senarist kimliğiyle karşımıza çıkmış bir isim. Özellikle Cronenberg’in Eastern Promises filminin senaryosuyla hatırlanabilecek Knight, bu filmde de senaryo kurgusuyla öne çıkarak seyirciye sıkılmayacakları bir ‘tek mekan’ hikayesi anlatıyor. Detaylara önem veren ve küçük ayrıntılarda hikayeyi tamamlamayı iyi bilen Knight, bu filmde de kağıt üzerinde oluşturduğu küçük oyunlarla izleyicinin dikkatini hikayesinde topluyor.
Ivan Locke çalıştığı şantiyeden ayrılıyor ve son model BMW’sine binip yola çıkıyor. Arabada önce doğum yapmak üzere olan, çocuğunu taşıyan kadını arıyor Continue reading
Scanners (1981): Kafa Patlatan Tarayıcılar!
David Crononberg’in en iyi filmi olmamakla birlikte “Scanners”, 80’li yıllarda en çok kaseti alınan ve Amerikan genç kuşağı tarafından efsaneleştirilen filmlerden biri. Filmin şöhreti her ne kadar malum ‘kafa patlatma’ sahnesinden gelse de, Crononberg’in ‘body horror’ türünün önemli yönetmenlerinden biri olması ve o zamanların dokusuna uygun temalarla filmini süslemesi bu şöhretin diğer sebepleri arasında sayılabilir.
Temel olarak bedenin bozulmasından kaynaklı korku öğelerine yer veren, korku türünün bir alt dalı olan ‘body horror’, “Eraserhead”, “Rosemary’s Baby” gibi örneklere sahip olsa da Crononberg’in “Videodrome”, “Scanners” ve “Fly” gibi kültleşmiş Continue reading
7 Cajas (2012): Çekçek Arabalarının Savaşı
32. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde Dünya Sineması kategorisinde gösterilen, Paraguay sinemasının son dönem en ünlü örneklerinden biri olan “7 Cajas”, gösterildiği festivallerde ve dünya basınında “Slumdog Millionaire” ile karşılaştırılsa da, aslında iki film arasındaki tek ortak nokta başrolde fakir, hayal kurmaktan çekinmeyen saf bir gencin olması. Öte yandan “7 Cajas” aksiyonu filmin geneline dağıtmakla uğraşırken sahip olduğu kısır konuyu sündürmekten çekinmeyen, kısa film olsa daha iyi olabilecek filmler listesine girebilecek ortalama filmlerden. Aynı zamanda filmi Hollywood ve Avrupa Sinemasına alternatif Paraguay alt sınıf kültürüyle yoğrulmuş bir izlemelik olarak da değerlendirmek mümkün. Continue reading
The Purple Rose of Cairo (1985): Woody Allen’in Bağımsızlığı (Bölüm 2)
Woody Allen’ın bağımsızlığını filmleri aracılığıyla incelemeye çalıştığım ikinci bölümde, yönetmenin kendisinin de en sevdiğim filmim dediği The Purple Rose of Cairo /Kahire’nin Mor Gülü filmini ele alacağım.
1985’te çekilen Kahire’nin Mor Gülü’nde Woody Allen, senarist ve yönetmen olarak görev alır. 1986’da Altın Küre’de En İyi Senaryo dalında ödül alan filmde, bir kere daha “Gerçek nedir?” sorusunun sorulduğu görülür ve yine Allen;veremediği, tekinsiz, iç rahatlatmayan cevaplarla belirsizliğin sınırlarında gezinerek izleyicinin de huzursuzlanmasını, gerçeğe dair düşünmesini ister. Continue reading
Zelig (1983): Woody Allen’in Bağımsızlığı (Bölüm 1)
Woody Allen, şov dünyasına uf ak skeçler yazıp oynayarak adım atmış, ardından senaristlik teklifiyle sinema dünyasına yönelmiş ve günümüzde halen üretimini ve ününü koruyabilen bir yönetmendir. İç sorgulamasını ömrü boyunca sürdüren Allen; kendi kendine sorduğu soruları izleyiciye de zaman zaman dolaylı, zaman zaman direkt olarak sorar. Böylelikle kendi belirsizliğini izleyiciye aksettirerek onu da aktif hale getirmeye, onun da cevapların peşine düşmesini sağlamaya çalışır. Bunu filmlerin aracılığıyla yaparken izlediği yol ise, sinema dilinin alternatif imkânlarından sonuna kadar yararlanmaktır. Özellikle erken dönem çalışmalarında Continue reading
Tom à la ferme (2013): Queer Sinemaya Yenilikçi Bir Katkı
Konuk Yazar: Koray Sevindi
“Bir erkeğin en iyi arkadaşı annesidir.” Norman Bates
2009 yılında henüz 20 yaşındayken Annemi Öldürdüm (J’ai tué ma mère, 2009) filmiyle önemli bir çıkış yakalayan Xavier Dolan, Hayali Aşklar (Les amours imaginaires, 2010) ve Laurence Anyways (2012) filmlerinde de sürdürdüğü LGBT temasına dördüncü filmi Tom Çiftlikte (Tom à la ferme, 2013) ile de devam ediyor. Diğer filmlerinden farklı olarak gerilim türüne daha yakın bir film ortaya koyan Kanadalı yönetmen, Alfred Hitchcock filmlerine yakın bir yapıda ilerleyen hikayesinde Continue reading
Noah (2014): Bir Propaganda Aracı Olarak Kötü Film Çekmek
Henüz gösterime dahi girmeden tartışmalara konu olan, üç İbrahimi dinde (İslam-Hristiyanlık-Musevilik) yer almış Nuh Tufanı hikayesini anlatan “Noah” filmi aslında izlendikten sonra hakkında tartışmaya gerek duyulmayacak kadar dinden uzak, aksiyon derdinde bir film. Aronofsky’nin sadece aksiyona kafa yoran ‘fantastik’ bir yönetmen olmadığını göz önüne alırsak eğer, bu filmi bir ateistin gözünden Nuh Tufanı olarak değerlendirmek de mümkün. Direkt olarak filmin anti-Hristiyan bir duruşu olduğunu söylemek doğru olmasa da, üç dinden bağımsız bir bakış açısıyla anlatılan Nuh peygamberin hikayesi en sonunda din karşıtı, fantastik bir dünyada geçen, iki boyutlu bir film ortaya çıkmış. Continue reading
