Locke (2014): A Noktasından B Noktasına

lockeRedemption filminden sonra ikinci yönetmenlik denemesiyle festivallerde dikkat çeken Steven Knight daha çok senarist kimliğiyle karşımıza çıkmış bir isim. Özellikle Cronenberg’in Eastern Promises filminin senaryosuyla hatırlanabilecek Knight, bu filmde de senaryo kurgusuyla öne çıkarak seyirciye sıkılmayacakları bir ‘tek mekan’ hikayesi anlatıyor. Detaylara önem veren ve küçük ayrıntılarda hikayeyi tamamlamayı iyi bilen Knight, bu filmde de kağıt üzerinde oluşturduğu küçük oyunlarla izleyicinin dikkatini hikayesinde topluyor.

Ivan Locke çalıştığı şantiyeden ayrılıyor ve son model BMW’sine binip yola çıkıyor. Arabada önce doğum yapmak üzere olan, çocuğunu taşıyan kadını arıyor, ardından iş arkadaşını arayıp ertesi gün gerçekleşecek olan ve projenin can damarı niteliği taşıyan beton dökümüne gelemeyeceğini söylüyor, son olarak da evi arıyor ve çocuklarına akşamki maça yetişemeyeceğini söylüyor.  Konuyu özetleyecek bir giriş yaptım çünkü filmin ilk on beş dakikasında hikayenin bize aktardığı bilgiler bunlar ve seyirci olarak hikayenin giriş kısmını gördüğümüz andan itibaren hikayenin devamını kafamızda oluşturmaya çalışıyoruz. Böyle bir durum raporundan sonra beklenilen, Ivan Locke’un en sağ şeritten hız sınırlarını dinlemeden Londra’ya gidip doğuma yetişmesi ve sonra ailesiyle günün maçını izleyip sabaha karşı da şantiyeye gitmesidir. Tabi bu sırada aileyle Locke’un hesaplaşması, iş yerini bir yandan idare etmesi, çocuğunu doğuran kadının gönlünü alması ve benzeri ucu tatlıya bağlanabilecek gelişmeler aralara serpiştirilebilir. Ancak filmin yönetmeni ve senaristi Steven Knight Locke’un hikayesini ‘bir yere ulaşma’, ‘sorunları çözme/çözmeme’, ‘kendini tanıma’ ve benzeri klasik, filmlerde görmeye alıştığımız mücadele örneklerinden uzakta tutuyor ve karakteri Londra yolunda değil de, bir uzay boşluğunda buluyoruz.

Locke

‘Locke’ baştan sona bir arabanın içerisinde geçiyor ve Ivan Locke’un seyir halindeyken yaptığı telefon konuşmaları üzerinden ilerliyor. Karakterin içinde bulunduğu karmaşık durumu yorumlarken filmin ilerleyen bölümleriyle ilgili önemli bilgileri de paylaşmak gerektiğinden, bu kısımdan sonraki paragrafı filmi izlemeyenler okumak istemeyebilir.

Henüz filmin başında Ivan Locke’un arabaya bindiği sahnede kamera aracın plakasında yazan ‘Adios’ yazısına odaklanıyor. Bu elveda A noktasından B noktasına giderken A noktasında kalanlara değil de, sanki alfabenin bütün harflerine söyleniyor gibi ve karakterin ismindeki ipucundan yola çıkarak arabanın Locke’un ruhunun kilitli kaldığı ya da saklandığı bir yer olarak düşünüp bunu bir günah çıkarma seansı olarak düşünmek de mümkün. Bir saklanma yeri olarak araba figürü, Locke’u normal biriymiş gibi davrandığı hayatın diğer bütün zamanlarından kurtaran önemli bir araç. Öte yandan Locke’un eski hayatını bırakıp /her ne kadar o bırakmadığını, doğumdan sonra geri döneceğini söylese de/ çocuğunu doğuracak kadını ziyarete giderken arabada sürekli hayali babasıyla konuşması aslında filmdeki ‘sorun’un kaynağı. Babası gibi olmak istemediği için kendisinden doğacak bir çocuğu doğumunda ve sonrasında yalnız bırakmak istemeyen Locke, babasıyla olan histerik ilişkisini arka koltukta hayal ettiği babasıyla konuşarak ve bir nevi hesaplaşarak seyirciye gösteriyor. Her ne kadar bu konuşmaların birden fazla olması karakterin ‘fazla sorunlu’ çizilmesine sebep olsa da, işini ve eşini bırakıp doğumu yakalamak için Londra’ya gitmesini anlamlandırmamıza yarıyor. Filme gerçeklik çerçevesinde baktığımızda, Locke’un inşaatta farklı kalite beton kullanımı sonucu oluşacak sorunlardan bahsettiği gibi hayatımızda küçük bir hatanın daha sonra yıkıcı etkileri olacağını söyleyebiliriz. Ancak C6 yerine C5 kalite beton kullanan bir inşaat yükünü taşıyamayıp nasıl dezenformasyona uğruyorsa, bir gecelik ilişki sonucu doğan çocuk aile ve iş hayatını darmadağın edebilir gibi bir çıkarım yapmak, üzerine de hikayeyi doğuma yetişmek üzere karakterin yola çıkması temeline oturtmak bir yerde karakterin babası gibi olma uğruna yanlışı savunduğu anlamına geliyor. O yüzden karakterin doğru ya da yanlış sadece babası gibi olmaması uğruna yaptığı garip yolculuğu / garip çünkü karakterle hamile kadın arasında herhangi bir bağ yok ve çocuğu illa ki o gün sahiplenmek zorunda değil / başka bir pencereden yorumlama ihtiyacı duyuyorum. Örneğin arabasında ilaç kutusu bulunan ve belli aralıklarla ilaç kullanan Ivan Locke, hayaller gören bir şizofren hastası olabileceği gibi ölmek üzere olan hatta yolda trafik kazası geçirip ölmüş biri bile olabilir. Sonuçta  bu kadar seri bir şekilde hayatını masaya yatırması, aynı babasıyla olduğu gibi ailesiyle, işyerindekilerle, doğum yapacak olan kadınla hayali konuşmalar yapabilir. Bu gözden filme baktığımız zaman karakterin belirli bir yere gitmediğini söylemesi, plakadaki elveda yazısı, filmin sonunda yolculuğun bitmediğini görmemiz ve telefonda çocuğun sesini duyarak senaryonun yeni bir başlangıca göz kırpması sanki daha etkileyici bir iç hesaplaşma ortaya koyuyor.

locke

Filmin çeşitli yorumlara açık zengin içeriği bir yana, öne çıkan iki nokta daha var ki bunlardan bir tanesi Tom Hardy’nin filmi yükünü sırtladığı performansı. Karaktere eksiksiz bürünen ve onun sevinçlerini, hüzünlerini, içinden geçenleri seyirciye tam olarak aktarabilen Hardy’nin ses tonu filme tek başına belirsiz bir gerilim yüklüyor. Çevresinde olup biten olayları sakinlikle karşılayıp tek tek çözmeye odaklanırken kendi iradesi dışında oluşan gelişmelere verdiği stresli ancak kontrollü tepkiler, konuştuğu kişileri ‘idare’ etmeye çalışırken ki ses tonunu öyle güzel kullanıyor ki, seyirci film boyunca sadece Hardy’i izemekten bir an bile pişmanlık duymuyor.

Diğer başrol oyuncusu ise BMW X5 E70, çoğu eleştirmen tarafından filmin Bmw virali gibi gözüktüğü söylenmiş ve bu konuda haksız da sayılmazlar. Her ne kadar film boyunca karakterin araba yolculuğu yaptığı düşünüldüğünde seyircilerin araç özellikleriyle elbet karşılaşacakları düşünülse de, navigasyonda benzin istasyonunun pas geçildiğinin gösterilmesi (yakıt tasarrufu) gibi sahneler gereksiz gelebilir. Öte yandan aracın çok sağlam bir yalıtımı olduğunu da zihnimize kazıyoruz zira araç dışından içeriye neredeyse hiç ses gelmiyor.

Tek mekan filmleri herkese göre olmayabilir, bir de üzerine İngiliz dramalarından hoşlanmayanlar varsa uzak durmaları gerekir ancak film izlerken senaryoyu da bir yandan okuyan, hikayenin içindeki detaylarla, karakter analizleriyle uğraşmayı seven bir seyirci için tercih edilebilecek bir film. Araba içinde gerçekleştirilen bir tiyatro oyunu olarak da ‘Locke’ filmini değerlendirmek de mümkün. Bu tarz filmlere önyargısı olmayan biri olarak ve yol filmlerine olan ilgimden keyif alarak izlediğimi söyleyebilirim.

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s