“Sergei Eisenstein’a göre siyah beyazın anlatım gücü sonsuzdur. Bunu kanıtlamak için müzikten örnekler verir. Tchaikovsky İolanthe uvertüründe yalnızca üflemeli çalgılara, Prokofiev Romeo ve Juliet’in ikinci bölümünde yalnızca mandolinlere yer verir. Besteciler tüm orkestrayı kullanabilecekken üflemelileri ya da mandolinleri seçerler. Sinemada da kimi kez siyah beyaz, renkten çok daha etkili olabilir.” [1]. Aynen Sen Aydınlatırsın Geceyi‘de olduğu gibi.
Euripides‘in “İnsan endişeden yaratılmıştır.” sözüyle açılan ve adını Shakespeare‘in ünlü sonesinden alan film, klasik temalarla örülü, bariz biçimde yerel ama bir o kadar da evrensel bir hikaye anlatıyor bize. Yani, tam da Onur Ünlü usulü bir film bu. O yüzden Onur Ünlü sinemasına aşina olmayanların kendilerini filmin içinde bulmalarının zor olacağı türden bir iş. Şiirsel anlatımın Shakespeare ile kol kola ilerlediği, mizahın – Orhan Gencebay vs. Ferdi Tayfur sahnesindeki gibi – bu denli bizden olduğu, senaryosunun her köşesine zeka parıltılarının fazlaca serpiştirildiği ve bunlar yetmezmiş gibi bir de seyirciye Mehmet Erdem ve Racha Rizk şarkılarının dinletildiği böylesi bir filmi beğenmemek için belki de toptan sinemaya yabancı olmak lazım.
Gökyüzünde 2 güneş, 3 dolunay olan bir Anadolu kasabasındayız. Kasaba ahalisi bir yandan süper güçlere sahip, diğer yandan bildiğimiz Anadolu insanları. Zaten filmin çıkış noktası da burası. Ne kadar süper güçlere de sahip olsalar, insanların hayatlarını günlük endişeler yönlendirmektedir. İşte bu yüzden süper kahramanlarla dolu olmasına rağmen, kasaba hayatı çok sakin ve sıkıcıdır. Gizemli havasıyla seyirciyi hemen saran film, kasabada yan hakemlik yapan Cemal’in hikayesini anlatır bize. Açılış sahnesinde Cemal’e yaklaşan kamera, seyirciyi hızlıca Cemal ile özdeşler ve o andan itibaren biz tüm filmi Cemal ile birlikte takip ederiz.
Cemal duvarların içinden geçebilme gücüne sahip, karısının kendisini aldattığından şüphelenen, geçmişiyle ilgili vicdan azabı duyduğunun işaretlerini veren, Oedipus kompleksine sahip karmaşık bir karakter. Kasaba hayatı onun için öylesine tekdüzedir ki, durmadan dönen ve sonunda hiçbir yere varmayan vantilatörler, tekerlekler Cemal’in obsesyonları haline gelmiştir. İçinde bir yara vardır ama seyirci için bunu anlamak zordur, çünkü Shakespeare’in dediği gibi “Yarayla alay eder yaralanmamış olan”. Yine de bir kez Cemal’i ve Onur Ünlü’nün dünyasını anlayabilirseniz, sizin için de Sen Aydınlatırsın Geceyi gerçek anlamını bulacak, çünkü film, aykırı kamera açıları, karakterleri, kurgusu, müziği, anlatımı ile Türkiye sinemasında benzersiz bir yapım.
Filmin tek sıkıntısı oyuncu kadrosu. Yanlış anlaşılmasın, oyuncuların iyi iş çıkarmadıklarını söylemek gibi bir densizlik yapacak değilim. Zaten Onur Ünlü’nün her zaman olduğu gibi Türkiye’nin en iyi oyuncularıyla çalıştığı net. Bu kadrodan verim alamamak da mümkün değil ama sıkıntı şu ki, Eflatun Film 60’ların Hollywood’undaki MGM gibi. Bu da sorunları beraberinde getirecek gibi duruyor. Her projede sürekli aynı oyuncularla çalışılıyor olması zaman zaman seyirci için zorlayıcı olabilir. Sen Aydınlatırsın Geceyi inceden bunun işaretlerini veriyor. Tamam Ali Atay, Ahmet Mümtaz Taylan, Cengiz Bozkurt, Serkan Keskin çok iyi oyuncular ama bu kadro filmde yer yer Leyla ile Mecnun’u akla getirebiliyor. Özellikle baba – oğul diyalog sahneleri sırasında diziyi izliyor gibi hissedebilirsiniz. Her ne kadar Onur Ünlü filmin mizahi anlatımı için bu durumu kullanışlı hale getirse de, oyuncuların önceden bildiğimiz hallerini kırmaları çok kolay olmuyor. Bu da seyircinin gözünde oyuncuların inandırıcılığını düşürebilir. Bu filmde böyle bir problem olduğunu söylemek haksızlık olur ama, aynı şekilde devam edilirse Eflatun Film’in gelecek filmleri için bu durum imkansız görünmüyor.
Herkese iyi seyirler!
[1] Seçil Büker, Sinemada Anlam Yaratma, Hayalperest Yayınevi, Nisan 2002