Modern sinemanın klasik temaları arasında en popülerlerden biri bağımlılık ve bağımlılık temelinde odaklanılan uyuşturucu bağımlılığı. Zaman zaman Türkiye sinemasında da örneklerine rastlayabiliyoruz uyuşturucu temasının ama en başarılı uygulamalar ABD ve Avrupa sinemasına ait. Bir kalemde akla gelenler ise Danny Boyle’un Trainspotting‘i, Gus van Sant’ın Drugstore Cowboy‘u ve tabii ki Darren Aronofsky’nin Requiem for a Dream‘i. Jerry Schatzberg’in yönettiği 1971 yapımı The Panic in Needle Park (Esrar Bitti) ise uyuşturucu temalı filmler için bir öncü olmasının yanı sıra, konuyu işleyişindeki farklılığıyla da dikkat çekici bir film.
Film ilk bakışta kadrosunda Al Pacino‘nun varlığıyla izleyicinin ilgisini çekse de, filmin asıl lokomotif oyuncusu Helen rolüyle Cannes’da en iyi kadın oyuncu ödülü alan Kitty Winn. Filmin genel olarak hikayesi, uyuşturucu bağımlısı gençlerin hayatlarının git gide kötüleşmesi ve bağımlıların bu durumu asla tersine çevirememeleri üzerine kurulu. Helen iyi aile kızıdır ama Bobby’nin çekiciliğine dayanamaz ve uyuşturucu satıcısına aşık olur. Zamanla kendisi de uyuşturucuya alışır ve hem bireysel olarak hem de çift olarak Bobby ve Helen durmaksızın düşmeye başlarlar. Daha doğrusu, düşmekte olan Bobby yanına Helen’ı da çekmeye başlar. Sağlıkları kötüleşir, hayat standartları düşer, aşkları yaralanır. Helen’ın uyuşturucu karşılığında başka adamlarla yatması düşüşün en sert görüldüğü anlardan biridir. Kısacası, filmin senaryosu ekstra bir nitelik barındırmayacak kadar basit. Fakat, film ile ilgili takdir edilmesi gereken nokta senaryo değil, Jerry Schatzberg’in üslubu. Filmin konuyu işleme şekli ve uyuşturucu temasına yaklaşımı, aynı temaya sahip yeni dönem filmlerden oldukça farklı. Bu farklılıkları daha net görmek için The Panic in Needle Park ve uyuşturucu temalı modern bir klasiği birlikte değerlendirmek yerinde olacaktır. Misal, Requiem for a Dream… The Panic in Needle Park filmi eleştirisi