Kramer vs Kramer (1979): Aile Olma Üzerine

kramer-vs-kramer Klasik Hollywood sinemasının organik aile yapısını incelemeye alan ve yapıyı değiştirerek tartışmaya açan “Kramer vs Kramer”, aynı zamanda hayatımızı işgal eden kapitalist yaşam biçiminin aile kavramını bozguna uğratacağını işaret eden samimi bir film. “Bonnie and Clyde” filminin senaristi Robert Benton’un En İyi Oscar ödüllü bu filmi daha çok oyuncu performanslarıyla ön plana çıksa ve adından söz ettirse de, kalıplaşmış Hollywood cümlelerine getirdiği farklı bakış açısıyla da takdiri hak ediyor.

“Kramer vs Kramer” ismi itibariyle bir karşılaşma izleyeceğimizi düşündürtse de, aynı zamanda iki tarafın da birbirinden farkı olmadığını ve seyircinin bir Continue reading

Network (1976): Kitle Kontrol Silahı Olarak Medya

network  Televizyon dünyasının bir parçası olan, televizyon dizilerine senaryo yazarlığı yapmış bir isim Paddy Chayefsky. 59 yaşındayken kansere yenik düşüp hayatını kaybeden yazar en iyi özgün senaryo dalında 3 Oscar ödülü almış bir isim ve televizyon dünyasının kirli oyunlarını anlattığı “Network” filmi en bilindik eseri. Yönetmenliğini “12 Angry Men”, “Dog Day Afternoon” gibi kült filmlerin başarılı ismi Sidnet Lumet’in  yaptığı “Network”, daha çok yazınsal boyutuyla ön plana çıkıp Chayefsky’nin ustalığına hayranlık uyandırsa da, aynı zamanda Lumet’in dengeli yönetmenlik anlayışıyla birlikte yıllar boyunca unutulmayacak bir yapıt. Continue reading

The Birds (1963): Doğa, Kuşlar ve Kadınlar

Birds-1 Kuşların davranış biçimlerinden en bilindik olanı muhtemelen grup halinde ve belirli bir düzen içinde hareket etmeleridir. Özellikle göç zamanlarında gökyüzüne baktığımızda onların estetik danslarıyla karşılaşmamız mümkündür. Alfred Hitchcock’un simgeleşmiş filmlerinden “The Birds” rahatsız edici sesler çıkararak birbirinden bağımsız ters istikamette ve hatta birbirlerine çarparak uçuşan kuşlar ile açıldığında seyirci henüz ilk saniyeden mesajını almış alıyor; bu kuşlar sizin bildiğiniz kuşlardan değil!

Evet, sistematik bir şekilde ahenkle uçtuğunu bildiğimiz kuş sürülerinin “The Birds” filminde sistematik bir şekilde saldırılara geçeceğini anladığımız ilk sahne filmin açılış sahnesi ve olayların Continue reading

The Selfish Giant (2013): Rol Modeli Olmayan Çocuklar

selfish-giant13. Uluslararası Bağımsız Filmler Festivalinin Keşif bölümünde ülkemizde gösterim imkanı bulan, Büyük Britanya’nın taze yönetmenlerinden Clio Barnard’ın iki küçük çocuğun arkadaşlık hikayesini ve paralelinde kapitalizmin geldiği son noktayı anlattığı “The Selfish Giant” filmi, sade bir hikayesi olmasına rağmen çok katmanlılığıyla ve etkileyici diliyle dikkat çekmeyi başarıyor. Oscar Wilde’ın aynı adlı hikayesinden esinlenerek ortaya çıkan bu modern ‘masal’, bencilliğin hayatın her aşamasına nasıl nüfus ettiğini ve hiçbir rol modelin olmadığı yetişkinler dünyasında çocukların ‘bencil devler’ tarafından nasıl ezildiğini gözler önüne seriyor. Continue reading

The Grand Budapest Hotel (2014): Ütopyanın Ütopyası

grand-budapest-hotelKendine has üslubu, karakterleri hatta renk tonlarıyla Wes Anderson, her seferinde aynı yumuşak stilini kullanarak ve aynı zamanda birbirinden bağımsız farklı eserler ortaya koyarak bizleri mest etmekte. Son filmi “Moonrise Kingdom” yönetmenin hayal gücündekileri büyük bir güçle ve dinamizmle ekrana yansıtabildiği, eğlenceli bir ‘kendini iyi hisset’ filmiydi. Her ne kadar Wes’in sinemasına olan beğenim “Royal Tenenbaums” filmiyle başlamış olsa da, “Moonrise Kingdom” için yönetmenin kişisel favori filmim diyebilirim. Aradan geçen iki sene içerisinde yönetmenin yeni filmiyle ilgili bilgiler geldikçe heyecanı artan ve hala filmi izlememiş olan sinemaseverlere tek cümleyle yönetmenin teknik ve yazınsal anlamda sinemasını bir üst boyuta taşıdığını söylemek mümkün. Continue reading

Miss Violence (2013): İntiharın Ardındaki Sır

Miss-Violence11. yaş günü için doğum günü pastası kesilmeden önce, ablasıyla birlikte kapısı kapalı odasında konuştuktan sonra ablasının peşi sıra çıkar Angeliki. İlk sahnede yüzünü göremeyiz ancak elinde fotoğraf makinesi gülücükler saçarak bu mutlu anı ölümsüzleştirmeye çalışan dedesiyle dans etmeye başladığında Angeliki’ni asık suratını görürüz. Leonard Cohen’in seslendirdiği “Dance Me to the End of Love” müziği eşliğinde dans ettikten sonra babasından uzaklaşan Angeliki evlerinin balkonuna çıkar, manzarayı seyreder, az önce astığı suratını düzeltip yaşama son bir gülümseme bıraktıktan sonra balkon demirlerinden aşağı kendisini bırakıp, intihar eder. Continue reading

Tracks (2013): Kadınlar Her Yerde!

TracksJohn Curran’ın son filmi Tracks 33. İstanbul Film Festivali’nde Çöldeki İzler adıyla gösterildi. Avustralyalı yazar Robyn Davidson’ın aynı adlı anılarının başarılı bir uyarlaması olan filmin yönetmeni zaten uyarlama konusunda tecrübeli bir isim. Curran, 2006 yılında The Painted Veil romanından uyarladığı Duvak filminde uzak ve tekinsiz coğrafyalara giden Kitty aracılığıyla kadın ruhunun gizli yanlarını ele alıyordu. Yedi yıl sonra çektiği filmi Çöldeki İzler’de ise 1977’de bir köpek ve dört deveyle Avustralya çöllerini geçen Robyn Davidson’ın macerasını anlatırken zorlu coğrafi koşulların ve doğada tek başına olma durumunun aracılığıyla kadın dünyasının dehlizlerine bir kere daha dalar. Continue reading

Triptyque (2014): Başarılı Bir Üçleme

TriptyqueRobert Lepage sinemadan çok tiyatro çalışmalarıyla tanınan ve asıl iddiasının tiyatro alanında olduğunu söyleyen ancak tiyatroda yarım kalanların sinemanın imkânlarıyla doldurulduğunu, bu nedenle sinemaya da ilgi duyduğunu ifade eden bir yönetmen. Lepage’ın yönetmenlik koltuğunu Pedro Pires ile paylaştığı son filmi Triptyque (Üçleme), 33. İstanbul Film Festivalinde gösterildi.
Filmin görüntü yönetmenliğini ve kurgusunu üstlenen Pires de tıpkı Lepage kadar çok yönlü bir sanatçı. Bu ikilinin sanatın farklı dallarına olan merakları filmlerinin yapısına ve içeriğine müthiş bir zenginlik katmış. Continue reading

Wara no Tate (2013): Ülkenin Onuru Katili Korumaktan Geçer

Wara-no-tateJapon sinemasının en üretken ve çılgın yönetmenlerinden biri olan Takeshi Miike, çeşitlilik sağlayan filmleriyle festival seyircisinin her zaman ilgisini çekmiş bir isimdir. Kült mertebesine ulaşmış en bilindik filmlerinden olan “Ichi the Killer”, yönetmenin ne kadar ‘sınırlarda’ gezindiğinin kanıtıdır aynı zamanda. Öte yandan filmografisine baktığımızda sonradan devam filmleri de çekilen “One Missed Call” gibi orijinallikten uzak sıradan filmlerle de karşılaşmak mümkün. “Wara no Tate” yani dilimize çevrilmiş haliyle “Saman Kalkan” Endonezya yapımı “Raid:Redemption” filminden sonra aradığı aksiyonu bulamayanlara ilaç niyetine gelecek ‘sıkı’ bir film. Üstelik yönetmenin anlatım diline alışkın olanlar için Continue reading

Wag the Dog (1997): Başkanın Adamları ve Medya-İktidar İlişkisi

wagthedog2Haberin, tarihin dolayısıyla ideolojinin üretilen bir “şey” olması durumunu göz önüne seren 1997 yapımı Barry Levinson’un yönetmenliğini yaptığı Wag The Dog (Başkanın Adamları) filminde kurmaca bir savaş senaryosuyla gündemin seyrini değiştiren iktidarın medyayla olan bağının daha doğrusu medya araçları üzerindeki söz hakkının ne boyutta olduğu işin mutfağından anlatılır. Başkanın Adamları filmi orijinal adı olan Wag the Dog’dan kolayca anlaşılacağı üzere, olağan biçimde “köpeğin kuyruğu sallaması değil, kuyruğun köpeği sallaması” ile iktidar-medya (sinema)-söylem-ideoloji dörtlüsünün birbirini nasıl etkilediğini, birbirine nasıl yön verdiğini konu edinir. Continue reading