John Curran’ın son filmi Tracks 33. İstanbul Film Festivali’nde Çöldeki İzler adıyla gösterildi. Avustralyalı yazar Robyn Davidson’ın aynı adlı anılarının başarılı bir uyarlaması olan filmin yönetmeni zaten uyarlama konusunda tecrübeli bir isim. Curran, 2006 yılında The Painted Veil romanından uyarladığı Duvak filminde uzak ve tekinsiz coğrafyalara giden Kitty aracılığıyla kadın ruhunun gizli yanlarını ele alıyordu. Yedi yıl sonra çektiği filmi Çöldeki İzler’de ise 1977’de bir köpek ve dört deveyle Avustralya çöllerini geçen Robyn Davidson’ın macerasını anlatırken zorlu coğrafi koşulların ve doğada tek başına olma durumunun aracılığıyla kadın dünyasının dehlizlerine bir kere daha dalar.
Filmin başrolünde gerçek Robyn’e fiziksel benzerliğiyle dikkat çeken Mia Wasikowska oynuyor. Polonya asıllı Avustralyalı oyuncu, köken itibariyle filmde çıktığı yolculuğun geçtiği bölgenin şartlarını iyi analiz edip perdeye yansıtabilmek bakımından sahip olduğu avantajı doğru bir oyunculuk çıkararak kullanmakta. Ayrıca bu yıl içinde gösterime girecek Madam Bovary’nin en son uyarlamasında da rol alan Wasikowska, 2014’te adından epey söz ettireceğe benziyor.
Babasının seyyahlığından ilham alarak Avustralya çöllerinde bir yolculuğa çıkmayı ve bu yolculuğu kendiyle baş başa kalarak özünü sorgulama fırsatına çevirmeyi hedefleyen Robyn, çöl şartlarında eşyalarını taşıması için develere ihtiyaç duyar. Bu nedenle önce develeri nasıl eğiteceğini öğrenebileceği bir yerde sekiz aydan fazla bir süre ücretsiz çalışır. Bu çalışmasının karşılığında iki deve alması gerekirken kandırılan Robyn, çaresiz başka bir deve çiftliği sahibinin kapısını çalar. İnsani bağlar kurduğu ikinci çiftlik sahibiyle geçirdiği güzel günlerin ardından dört deve ve bir köpekle yola çıkar. Yanında kesinlikle birini istemez. Ancak bir arkadaşı aracılığıyla tanıştığı National Geographic fotoğrafçısı Rick Smolan’ın akıl vermesiyle dergiye yolculuğuna sponsor olmalarını isteyen bir mektup yazar ve tesadüf bu ya dergi belli aralıklarda Robyn ile buluşup onun yolculuğunu fotoğraflaması için Rick’i görevlendirir. Böylelikle ikisinin yolu bu önemli süreçte bol bol kesişecektir. Rick rolünü Lincoln, Frances Ha ve Inside Llewyn Davis filmlerinde de oynayan Adam Driver canlandırır.
Robyn doğanın gücünden başka bir şeyin hissedilmediği uçsuz bucaksız çölde hayvanlarının dostluğuyla adeta kendi içine bir yolculuk yapar. Ancak Robyn’nin geçmişte ne yaşadığı ve tam olarak hangi gerekçelerle bu yolculuğa çıktığı direkt verilmez sadece satır aralarına ufak ufak ipuçları serpiştirilir. Bu noktada bırakılan boşluklar, izleyiciye Robyn’nin yolculuğunu kendi zihninde şahsi sezgileriyle tamamlama şansı verir ki bir anlamda bu tercihle izleyici de bilinçli ve paralel bir keşfe çıkarılır. Böylelikle çok katmanlı bir yapıda Çöldeki İzler’in hakkını veren bir yolculuk filmi olduğunu söylemekte mahsur yok. Çünkü filmde teknolojik imkânların yetersizliğine ve insanların önyargılarına aldırmadan bundan yaklaşık kırk yıl önce kendi idealinin ve yolculuğunun peşine düşen cesur bir kadının doğayla, alışkanlıklarıyla, nefsiyle verdiği mücadele gerçekçi bir biçimde anlatılır.
Çok rahat ve doğal bir oyunculukla tek başına filmi sırtlayan ve iki saat boyunca kendini bıktırmadan izlettiren “Develi Kadın” Mia Wasikowska’nın doğru tercih oluşunu yinelemekte fayda var. Ancak süreklilik arz eden bu gibi yapımlarda sahne devamlılığının yanı sıra oyuncunun fiziksel değişimleri de mutlaka hassasiyetle takip edilmeli. 1700 millik yolculuk esnasında yüzünün ve vücudunun güneşte yandığı gözlenen Robyn’nin saçlarının hiç uzamaması ise maalesef gerçekçiliği zedeleyen bir unsur. Bu gibi detaylarda rastlanan aksaklıklarına rağmen Çöldeki İzler güçlü bir kadın biyografisi izlemek, kadının her zaman, mekân ve koşulda kafasına koyduğunu yapabileceğini hatırlamak ve Robyn’in hayatından parçalar eşliğinde kendi yolculuğuna çıkmak isteyenler, acaba ben nereye kadar gidebilirdim diye sormaya cesaret edenler için iyi bir alternatif sunuyor.