Robert Lepage sinemadan çok tiyatro çalışmalarıyla tanınan ve asıl iddiasının tiyatro alanında olduğunu söyleyen ancak tiyatroda yarım kalanların sinemanın imkânlarıyla doldurulduğunu, bu nedenle sinemaya da ilgi duyduğunu ifade eden bir yönetmen. Lepage’ın yönetmenlik koltuğunu Pedro Pires ile paylaştığı son filmi Triptyque (Üçleme), 33. İstanbul Film Festivalinde gösterildi.
Filmin görüntü yönetmenliğini ve kurgusunu üstlenen Pires de tıpkı Lepage kadar çok yönlü bir sanatçı. Bu ikilinin sanatın farklı dallarına olan merakları filmlerinin yapısına ve içeriğine müthiş bir zenginlik katmış. Lepage’ın Lipsynch isimli dokuz bölümden oluşan tiyatro oyununun içinden kendi ifadesiyle gelişmeye müsait olan üç bölümün detaylandırılmasıyla oluşan Triptyque (Üçleme) filmi aynı zamanda festivalin uluslararası yarışma bölümünde Altın Lale En İyi Film ödülü için yarıştı. Michelle, Marie ve Thomas karakterlerine ayrılan birer bölüm dolayısıyla üçleme özelliği kazanan film, doksan dakikalık kısa süresine rağmen dolu dolu geçen bir yapım. Film Michelle’in şizofreni teşhisiyle yattığı hastaneden ayrılma sahnesiyle başlar. Bir kitapevinde çalışan ve edebiyatla fazlasıyla haşır neşir olan Michelle’in kız kardeşi Marie ise işinde başarılı bir şarkıcıdır. Ancak beynindeki tümör nedeniyle konuşma ve tabii şarkı söyleme yeteneğini kaybetme riski yaşar. Ameliyatını yapacak olan ellerinde titreme sorunu yaşayan cerrah Thomas’ın Marie’nin şarkı söylediği bara gelmesinin ardından yakınlaşan ikili Thomas’ın evliliğinde yaşadığı problemler neticesinde Thomas boşanınca evlenmeye karar verir. Hikâyesi kısaca böyle özetlenebilecek filmde karakterlerin birbiriyle çakışan hayatları ve sonrasında meydana gelen değişiklikler çok sade ve minimal bir dille anlatılırken gücünü oyunculuk ve gerçeklikten alır. Oyuncuların tamamı tiyatro oyununda da rol alan kişilerdir. Özellikle Michelle’i oynayan Lise Costanguay’ın gelgitlerle dolu bir ruh halini bakışından duruşuna kadar tüm detayları ve sahiciliğiyle izleyiciye geçirebildiğini söylemek mümkün.
Yönetmen Robert Lepage’ın kurucusu olduğu tiyatro topluluğuna “bir karakterin bir anda ortaya çıkarak sorunları çözmesi” ya da “problemin senaryo akışı içinde beklenmedik şekilde hallolması” olarak tanımlanabilecek Latince “Deus Ex Machina” teriminden hareketle Ex Machina adını vermesi tesadüf olmasa gerek. Çünkü Triptyque (Üçleme) filminde birbirlerinin hayatına şans eseri dâhil olan meleklerin nasıl güzel sonuçlara vesile olabileceğini görmek mümkün. Akla ve bilime olan inançlarını İKSV’ye verdikleri röportajda dile getiren yönetmenler, insanoğlunun bu melekelerini layıkıyla kullandığı Rönesans çağına güzelleme niteliğinde detaylara da yer verir. Thomas’ın Marie’nin beyin ameliyatını yaptığı sahne buna en güzel örneği teşkil eder. Ayrıca Michelangelo’nun Sistina Şapeli’nin tavanını süsleyen meşhur “Âdem’in Yaratılışı” freski ile melekler ve beyin kıvrımları arasında kurulan somut bağ da dikkate değer bir ayrıntı oluşturur.
Senaryosunda insanın kusurlarını, hayatta dibe battığı anlardaki çaresizlik hissini bir şarkıcının şarkı söyleyememesi ve bir cerrahın ameliyat edememesi ikilemiyle ele alan Triptyque (Üçleme) filmi bu tereddüdün yarattığı gerilimi çok insancıl bir yaklaşımla, daha doğrusu aşkla ve sevgiyle “ruh ameliyatı” yaparcasına ele alır. Bunu yaparken de sevginin, şiirin, müziğin şifacılığına sığınmayı önerir. Nitekim Marie’nin sesinden dinlenen güzel şarkılar izleyicinin yanına kar kalır. Sonuçta çok yönlü iki yönetmenin kaleminden ve gözünden çıkan bu filmde sanata, bilime kısacası hayata dair pek çok noktayı bir arada bulmak mümkün.