13. Uluslararası Bağımsız Filmler Festivalinin Keşif bölümünde ülkemizde gösterim imkanı bulan, Büyük Britanya’nın taze yönetmenlerinden Clio Barnard’ın iki küçük çocuğun arkadaşlık hikayesini ve paralelinde kapitalizmin geldiği son noktayı anlattığı “The Selfish Giant” filmi, sade bir hikayesi olmasına rağmen çok katmanlılığıyla ve etkileyici diliyle dikkat çekmeyi başarıyor. Oscar Wilde’ın aynı adlı hikayesinden esinlenerek ortaya çıkan bu modern ‘masal’, bencilliğin hayatın her aşamasına nasıl nüfus ettiğini ve hiçbir rol modelin olmadığı yetişkinler dünyasında çocukların ‘bencil devler’ tarafından nasıl ezildiğini gözler önüne seriyor.
Arbor ve Swifty, doğup büyüdükleri Bradford’un özelliklerini ayna gibi ekrana yansıtan iki arkadaştır. Arbor sinirini kontrol edemeyen ve dikkat bozukluğu yaşayan, toplum içerisinde uyumlu olması için hap kullanması gereken haylaz bir çocuktur, kendisiyle takışan ağabeyi ve yalnız, işsiz annesiyle yaşamaktadır. Swifty ise farklı ailelerin bir araya gelmesiyle oluşmuş komün bir toplulukta yaşıyor gibidir, evdeki eşyaları satarak geçinen bir üvey babası ve pek çok kardeşi vardır. İkisinin de annesi yok olsalar kimsenin farkına varmayacağı kadar pasif ve durağan, olan biteni izleyen karakterlerdir ve baba görevi gören kimse ya yoktur ya da görevini yapamamaktadır. Yaşadıkları yerin etrafını dağ gibi saran sanayi bacaları ve yüksek gerilim direkleri sanki Bradford’un topraklarındaki canlılığı sömürüp başka yerlere götürmektedir. Puslu, yağmurlu ve iç karartan sokaklarda Arbor ve Swifty, yakınlarındaki hurdacının atını kaçırıp keşfe çıktıklarında, elektrik kablolarını kaçırıp satan bir grupla karşılaşırlar ve Arbor hayalini kurduğu zenginliği ve annesine yardım etmeyi ancak hurdacılık yaparak gerçekleştirebileceğine karar verir. Küçük yaşta nereye baksa ona aynı cevap verilir, para yoksa mutluluk yok ve herkes para için yaşar. Böyle bir dünyada eğitimin, okula gitmenin bir anlamı yoktur ve en yakın arkadaşı Swifty’i de ikna edip atlarını kaçırdıkları hurdacıya hurda malzemeler toplamaya başlarlar. Yetişkinlerin dünyasına giriş yapıp artık o dünyanın bir parçası olduklarında ise, o dünyanın çok daha karanlık ve acımasız olduğunu sert bir şekilde öğreneceklerdir.
Yönetmen Clio Barnard’ın penceresinden baktığımızda bu filmi bir aşk filmi olarak değerlendirmek bile mümkün, neticede çok sert ve soğuk bir hikayesi olsa da Arbor ile Swifty’nin birbirleriyle olan arkadaşlıklarının masumane tarafı ile ikilinin annelerine karşı duydukları şefkat ve onları koruma isteği, izlerken ‘para’ üzerine kurulan düzene isyan ettirtiyor. Filmin ‘bencil dev’i diye nitelendireceğimiz hurdacı Kitten karakteri sanayinin griye boyadığı acımasız ve duygularından arındırılmış olan bireyi iyi yansıtmış. Peki bu iç karartıcı, önüne geçilemeyecek karanlık portre ile ilgili filmin herhangi bir çözüm önerisi var mı? Barnard bu konuda gerçekçilik çizgisinden kopmamış ve ‘örnek’ herhangi bir bireyin olmadığı toplumda yeni neslin geçmişteki kötü örneklerin birer kopyası olarak evrileceklerinden dem vurmuş. Hatta öyle ki, çocuk da olsa yetişkinlerin dünyasında masuma yer olmadığını, düzenin işleyen bir parçası olmayan kimsenin işe yaramaz bir parça olacağından bahsetmiş.
İngiliz sinemasından Ken Loach filmlerinin bu filmle yakından bir bağı olduğunu söyleyebilirim, daha da geriye gidersek ve Barnard’ın eski çalışmalarını değil de sadece bu filmini göz önüne alırsak, Oscar Wilde’ın hikayesinin yanında Vittoria De Sica’nın “Bicycle Thieves”ı ile Truffaut’un “The 400 Blows” filmlerini de yönetmenin esin kaynağı olarak başucunda tuttuğunu söylemek mümkün. Yakın dönem sinemasından dünya geneli örneklere bakıldığında geçen senenin en başarılı filmlerinden “Short Term 12” ile 2002 yapımı Lucas Moodysson imzalı “Lilya 4-ever” filmleri teknik anlamda ve küçük karakterlerin dev kötülerin ayakları arasındaki ezilmelerini yansıtma bakımından “The Selfish Giant” ile akraba olan filmler. Clio Barnard mekan tasvirleri konusunda bahsi geçen yakın dönem filmlerden geri kalmamış ve iyi işlenmiş bir hikaye ortaya çıkartmış. Özellikle filmin son yarım saatlik periyodunda, seyircinin film boyunca beklediği kopma noktasının etkileyiciliği ve o kopma noktasının karakterler üzerindeki sonuçlarının sakin ve olgun bir şekilde yansıtılması, filme önemli bir puan kazandırıyor.
Çocuk oyuncular daha önceden herhangi bir oyunculuk geçmişleri olmamasına rağmen başarılı bir performans gösteriyorlar ve duyguların seyirciye geçişi konusunda yönetmenin iyi bir oyuncu direktörü olduğunu görebiliyoruz. Ancak bağımsız filmlerin bile kendi içerisinde belirli formülleri olduğunu ve bu formüllerin sürekli kendini tekrar ettiğini düşünüp, filmi yaratıcılıktan uzak, sadece iyi yapılmış bir ev ödevi olarak düşünenler de olacaktır muhakkak, çünkü konuya girişiyle, karakterleri tasviri ve olayların temposunun ayarlanmasıyla karşımızda örneklerini daha önce çokça gördüğümüz formüle edilmiş bir film “The Selfish Giant”. İyi işlenmiş bir hikaye benim için yeterlidir diyenlerin beğeneceklerinden eminim ama yaratıcılık bakımından aynı yıl vizyona giren “Short Term 12” ile karşılaştırıldığında Amerikan filminin daha akılda kalıcı ve yenilikçi olduğunu söylemeliyim.