Philomena (2013): Elli Yılın Ardından Aramaya İnanmak

PhilomenaPhilomena Lee’nin hikayesine baktığımızda, hayatın kendisine acı sürprizler hazırladığını ve daha henüz adı koyulurken ilk sürprizin yapıldığını görüyoruz. İşkence edilerek öldürüldüğü düşünülen Aziz Philomena’nın ismini alan karakterimiz, bu şanssız isminin hakkını vermek istercesine kendi hayatını işkenceye çevirip ölmeye bekleyen yaşlı bir kadın olarak çıkıyor karşımıza. Judi Dench’in yine büyüleyen performansıyla beyazperdede ete kemiğe bürünen Philomena Lee’nin gerçek hikayesi onun elli yıllık işkencesinin bitimiyle başlıyor. Elli yıl önce rahibeler tarafından kurulmuş Magdalene Enstitülerinde yaşarken gayrı meşru çocuğu idare tarafından zengin bir aileye satıldığında kapılarını kapattığı kalbini son bir umutla ve biraz da pişmanlık duyarak tekrar açıyor Continue reading

The Double (2013): Dostoyevski’nin İkizi Richard Ayoade!

The-DoubleRichard Ayoade’nin ilk sinema filmi Submarine kendine has naif dokusuyla seyircilere yönetmen adına büyük bir umut vermiş ve Richard Ayoade ismi bir kenara not edilmişti. Yönetmenin ikinci filmi olan The Double‘ın da ilki gibi bir edebiyat uyarlaması olduğunu, hatta bir Dostoyevski uyarlaması olduğunu öğrenince filme karşı merak unsuru iki katına çıkmıştı. Rus edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan ve kitapları kolay kolay beyazperdeye aktarılamayan Dostoyevski’nin Öteki/İkiz adlarıyla ülkemizde yayınlanmış olan kitabını uyarlamak da kolay olmadığı kadar riskli bir işti. Çünkü Dostoyevski’nin İkiz’i çoğu edebiyat kesimlerince yazarın en başarısız işlerinden biri olarak ünlenmiş, aynı Continue reading

Under the Skin (2013): Uzaylı Scarlett Otostopçu Erkek Avında!

Under-the-Skinİnsanları birbirine bağlayan, diğer varlıkları da insanlardan ayıran derilerimizin farklılığı mıdır? Aynı deriye sahip olduğumuz her varlık insani özellik gösterir mi ya da bize has olduğunu iddia ettiğimiz duygular başka derilere bürünmüş varlıklarda da mevut mudur? Michel Faber’in ilgi çeken kitabından uyarlanan filmin yönetmen koltuğundaki Jonathan Glazer, Massive Attack ve Radiohead gruplarının video klip yönetmenliğini yaparak ilk olarak dikkati çekmiş ve sinemada en son 2004 yılındaki Birth filmiyle karşımıza çıkmıştı. Nicole Kidman’ın garip bir aşk hikayesinde başrolü oynadığı film, gösterime girdiği festivallerde konusu itibariyle büyük tepki çekmiş, hatta yuhalanmıştı. Şimdiyse karşımızda içerik ve biçimsel olarak yine değişik bir film Continue reading

Rush (2013): Hayattan Rekabeti Alın Geri Neyi Kalır Ki!

RushÜlkemizde sessizce vizyona giren ve aynı sessizlikle vizyondan kalkan, A Beautiful Mind (Akıl Oyunları) filminin ünlü yönetmeni Ron Howard’ın bu sene Oscar ödüllerinde boy göstermesi muhtemel filmi Rush (Zafere Hücum), bu senenin gözden kaçan filmlerinden. Ünlü Formula 1 yarışçıları Niki Lauda ve James Hunt’un sıra dışı hikayelerini ve aralarındaki rekabeti anlatan film, özellikle kusursuza yakın görüntü yönetmenliği ve kurgusuyla dikkat çekiyor.

Odak noktasında Avusturyalı pilot Niki Lauda’nın 1976 yılında yaptığı kazanın olduğu Rush, kazanın olduğu yarışın öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılıyor. Hava koşullarının Formula yarışı için uygun olmadığı bir atmosferde hızını dengeleyemeyen Continue reading

Anna Karenina (2012): Her Günahın Bir Bedeli Vardır

Anna-KareninaDaha önce yirminin üstünde uyarlanan bir roman tekrar uyarlanıyorsa mutlaka yönetmenin söyleyeceği yeni bir şey olmalı. Nitekim sağlam bir senaryonun yanında bu film bir yönetmen başarısıdır. Anna Karenina gibi katı realist bir romanın epik bir uyarlamasını yapan Joe Wright, izleyicinin gerçeklik algısını bozması ve aşk konusundaki cesur yorumu ile farklı bir yerde duruyor. Sinemadaki mekan algısını baştan aşağı değiştiren film, bir tiyatro sahnesinde açılır. Tiyatro binasını bir habitat gibi kullanan yönetmen 19. yüzyılın bu gerçekçi romanından epik bir aşk hikayesi çıkarmayı başarmıştır.

Klasik 19. yüzyıl Bovarik karı-koca-aşık üçlüsünden tipik bir melodram çıkarmak yerine önceki birçok Continue reading

Searching for Sugar Man (2012) : Bir Şarkısın Sen, Ömür Boyu Sürecek

Searching-For-Sugar-Man70’li yılların başlarında keşfedilip iki albüm çıkaran Sixto Rodriguez’in kariyeri, albümlerinin  bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar satılmasından sonra çok kısa bir sürede sona erecektir. Rodriguez’in yeteneğinin farkında olan müzik sektöründeki birkaç kişi için bu tam bir hayal kırıklığıdır; böylesine unutulmaması gereken bir yetenek nasıl olur da koca ülke tarafından görmezden gelinebilir? Ne var ki ‘son’ diye düşündükleri aslında mucizevi bir hikayenin başlangıç cümleleridir sadece. Çünkü Sixto Rodriguez’in albümleri tesadüfi ve kaçak yollarla bir şekilde Güney Afrika’da dinlenmeye başlayacak ve yıllar içerisinde Rodriguez Güney Afrika’da bir ikon haline gelecek, albümleri milyonlar satacak, herkes Rodriguez’in şarkılarını bir ağızdan söyleyecektir. Onun hakkında fikir sahibi Continue reading

Peeping Tom (1960): Biz Burada Röntgencileri Sevmeyiz Dostum

Peeping-TomMartin Scorsese’ye göre Peeping Tom, film yapmak üzerine söylenebilecek her şeyin söylendiği iki filmden biri. Diğeri de Fellini’nin klasik filmi 8½. Scorsese bu bağlantıyı ‘bakmak’ ve ‘film yapmak’ arasındaki ilişkiden kuruyor. Yönetmenler kendi gözlerinden gördükleri dünyayı, kendilerine göre şekillendirerek filmlerinde seyirciye sunar. Yani sinemada esas olan yönetmenin bakışıdır. Bu açıdan, Michael Powell‘ın filmi de bakmak üzerine bir film olduğundan film yapma deneyimi üzerine önemli cümleler söylüyor.

Henüz ilk açılış sahnesinde film kendini belli ediyor zaten. Yakın planda kapalı bir göz birden açılıverir. Bu göz hikayenin ana karakteri Mark Lewis’e aittir ve film boyunca biz bu gözün Continue reading

Shame (2011): Senin Bacına Aynısını Yapsalar İyi Olur mu Kardeş?

ShameBirkaç yıl öncesine kadar Steve McQueen denince akla ilk olarak PapillonThe Magnificent Seven ve The Great Escape filmlerinin unutulmaz aktörü olan Hollywood yıldızı Steve McQueen gelirdi, ama şimdilerde bu isim Hunger filmiyle tüm dünyada büyük beğeni toplayan Altın Kamera ödüllü İngiliz yönetmeni anımsatıyor. Uzun yıllar kısa film yönetmenliği yapan ve ilk filmi Hunger’ı 2008 yılında çeken McQueen’in ikinci filmi olan Shame ise yönetmenin sinema anlayışındaki keskin çizgileri netleştirmesi açısından filmografisinde önemli bir yere sahip.

New York’ta yaşayan, orta yaşlı, yakışıklı, kariyer sahibi bir adam olan Brandon’ın seks bağımlılığı Continue reading