Richard Ayoade’nin ilk sinema filmi Submarine kendine has naif dokusuyla seyircilere yönetmen adına büyük bir umut vermiş ve Richard Ayoade ismi bir kenara not edilmişti. Yönetmenin ikinci filmi olan The Double‘ın da ilki gibi bir edebiyat uyarlaması olduğunu, hatta bir Dostoyevski uyarlaması olduğunu öğrenince filme karşı merak unsuru iki katına çıkmıştı. Rus edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan ve kitapları kolay kolay beyazperdeye aktarılamayan Dostoyevski’nin Öteki/İkiz adlarıyla ülkemizde yayınlanmış olan kitabını uyarlamak da kolay olmadığı kadar riskli bir işti. Çünkü Dostoyevski’nin İkiz’i çoğu edebiyat kesimlerince yazarın en başarısız işlerinden biri olarak ünlenmiş, aynı zamanda kendine has hayranlar edinmiş farklı bir kitap. Özetle ‘doppelganger’ hastalığından muzdarip orta derece bir memurun hikayesi anlatılır Dostoyevski’nin İkiz’inde. Doppelganger kişinin benzeri, tıpkısı, onun hayaletimsi ya da gölgemsi karşılığı anlamına gelmekte olup kişinin alter egosunu temsil eder. Rus edebiyatında çok ünlü bir tema olan doppelganger özellikler gösteren şizofren karakterler en başarılı haliyle Gogol’un hikayelerinde yer edinirler. Özellikle Gogol’un Burun ve Palto kitapları doppelganger’i hem en iyi şekilde anlatan edebi uyarlamalardır, hem de bu şizofrenik duruma farklı yaklaşımlar sergiler. Dostoyevski’nin açık bir şekilde Gogol’un yorumundan esinlendiğini görebiliriz İkiz kitabında ve oluşturduğu karakterin öteki hali, olmak isteyip de olamadığı hali olarak anlatılır. Ancak Dostoyevski’nin kitabında bu ikinci karakter, yani “Ben vs Ben” hikayesindeki ikinci benliğin penceresinden hiç bakamaması ve bu konuda kararsız bir duruş sergilemesi belki de hikayesinin yarım kalmasındaki en büyük sebep. İkiz karakterin sebepsiz yere baş karaktere eziyet etmesi ve baş karakterin sonunu getirmeye çalışması ikiz karaktere şeytani bir özellik getiriyor ve insanın alter egosunda olmak istediği karakter şeytanın fısıltısıymış gibi anlatılıyor. Ek olarak Gogol’un usta işi Rus komedi öğelerini Dostoyevski’nin de bu kitabında kullanmak istemesi kitabı ‘Olmak isteyip de olamayan’ bir kitap haline getiriyor. Bu noktada Richard Ayoade’nin böylesine üne sahip bir kitabı ele alıp yorumlaması gerçekten de cesur bir hareket. Filmi izledikten sonra yönetmenin filmi ile yazarın kitabı karşılaştırıldığında The Double kitabın olmak isteyip de olamadığı doppelganger ikizi gibi duruyor, evet kitaptan daha atik, kitaba göre kendini daha net bir şekilde anlatıyor ve baş karakterini sevdiriyor ancak aynı zamanda bir doppelganger ikiz olarak film kitabın hiçbir zaman anlatamadığı derinliğini de basit bir zeminde toplayarak bozuyor. Böylece kitaptan daha çok seveceğiniz, hatta bayılacağınız film, ikizi olan kitabın beyazperdede anlatılması zor olan içeriğini öldürüyor bu uğurda.
Simon James silik, geri planda kalan, duygularını tam olarak ifade edemeyen, içine kapanık biridir, yedi senedir çalıştığı iş yerinde bile insanlar onu tanımaz. Aslında zeki ve başarılıdır, şirketini bir tık ileriye taşıyacak raporlar onun elinden geçer ancak kimse bunun farkında bile değildir. Aynı iş yerinde Hannah’a karşı hisleri vardır ancak bunu ona söyleyemez, daha çok duygularını içinde yaşar ve onu uzaktan seyretmeyi tercih eder. Ne zaman iş yerinde ona tıpatıp benzeyen James Simon iş başı yapar, olayların bütün seyri değişir, çünkü kendisi ve ikizi hariç kimse bu benzerliğin farkında değildir ve James Simon karakter olarak eşinin tam zıttıdır ve bunu kendi avantajı için kullanacaktır. Doppelganger konusu basit bir konu gibi gözükse de anlatımı ve sonuca bağlanması çok zor konular arasındadır. Bir anda ortaya çıkan ikiziyle olan benzerliği kimsenin farkedememesi ve ikizin seni mahvetmeye çalışması kitapta ikizin özellikle planladığı bir şey olarak gösterilse de, filmde bu kendiliğinden gelişmekte. Yani sonradan Simon James’in hayatına dahil olan James Simon karakteri ne hakkında çalıştığını dahi bilmediği iş yerinde kendisine tıpatıp benzeyen silik Simon James’in zekasından ve asosyalliğinden yararlanarak yükselme planları yapan bir anti-karakter. Richard Ayoade’nin kitabın zayıf kalan yanlarına karşı yaptığı en belirgin müdahale anti-karaktere de bir amaç belirlemesi. İkiz karakter James Simon’un şirkette yükselmek için eşini kullanması kabul edilebilir bir konu, ancak devamında aynı ikiz karakterin sebepsiz yere ana karakterimizin hayatına dahil olmaya çalıştığını görüyoruz (sevdiği kızla ilgilenmesi, evini sahiplenmesi vb.). Bu da ikiz karakterin ana karakteri yok etmek için aniden ortaya çıkan kitaptaki haline geri dönmesini sağlıyor. Yani doppelganger konusunun nasıl anlatılacağı ile ilgili kitaptaki kararsızlık filmde çözümlenmeye çalışsa da, yine de ortada havada kalan konular var. Kitabı okumayıp filmi seyreden ve bu havada kalmışlığı fark edenlere kitabın da aynı konumda olduğunu söyleyeyim. Bunun da sebebini doppelganger konusunun tam olarak anlatılamamasına bağlıyorum.
Ancak işin konu tarafını bırakırsak ve filmin tekniği hakkında bahsetmemiz gerekirse Richard Ayoade’nin yine Submarine’deki gibi kusursuz bir işçilik çıkardığını söylememiz mümkün. Filmin ilk saniyesinden son ana kadar üst düzey bir hikaye anlatımı mevcut ve ses kullanımından müziklere, oyuncuların mimiklerinden oluşturulan o ütopik atmosfere, birbiriyle uyumlu bir sanat eseri var karşımızda. İkiz kitabındaki Rus mizahını yansıtamayan Dostoyevski’ye karşılık Richard Ayoade The Double‘a mizahi öğeleri ustaca işlemiş ve yer yer kahkahalarla gülünebilecek bir drama çıkmış ortaya. Filme de temposunu katan yönetmenin aynı Submarine’de yaptığı gibi dram ile mizahı harmanlamayı bilmesi. Her sahnesinden ayrı lezzet alacağınız, görüntü yönetmenliğine ve video klip estetik anlayışına hayran kalacağınız filmin uyarlama olarak da Rus edebiyatının dokunulmaz kalıplarını alt üst edip konuyu kendi bildiği gibi yorumlaması takdiri hak ediyor.
Jesse Eisenberg oynadığı iki karakterde de çok etkileyici, Mia Wasikowska da kitapta neredeyse hiç bahsedilmeyen bir karakteri canlandırması bakımından başarılı. Richard Ayoade’nin sıra dışı yeteneğinin iyice farkına varacağınız ancak konusu itibariyle handikapı olan The Double kesinlikle önerilir.
*Bkz. Sabri Gürses – Notos, Dostoyevski Özel Sayısı, Nisan 2009