The Imitation Game (2014): 2. Dünya Savaşı’nda ‘Dahi’ Olmak

the-imitation-game Her ne kadar Oscar maratonunu bir adet heykelcikle kapatmış olsa da , o da uyarlama senaryo dalında,  ‘The Imitation Game’ bütün özellikleriyle tam bir Oscar filmiydi. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sının enigma kodlarını çözüp İngiltere’nin savaşı kazandıracak en kritik müdahaleleri yapmasına olanak sağlayan dahi Alan Turing’in hayatı üzerinde hiçbir senaryo numarası yapmadan düz bir anlatımla bile verilse adaylıklara kesin gözüyle bakabilirdik. Üstelik eşcinsel olan ve bu yüzden dönemin şartları içerisinde bu yüzden cezalandırılan bir isim olarak da Turing yapımcılar için bulunmaz bir nimet. Devlete olan katkıları ve yaptığı tüm çalışmalar elli sene boyunca devlet sırrı olarak saklanan, intiharından çok sonra ‘hakkı’ kendisine verilen ve ‘ödüllendirilen’ Turing’in bilgisayarların ilk prototipini oluşturduğu savaş yıllarında yaşadığı zorluklar ve savaşın dehayı tanımaz soğuk yüzü film boyunca etkili bir şekilde anlatılıyor ve yönetmen koltuğunda daha önceden ‘Headhunters’ filminden tanıdığımız Norveç’li yönetmen Morten Tyldum dinamik, sürükleyici bir işe imza atıyor. Ancak savaş dönemini ve Turing’in çevresinde yaşanan sorunları anlatmadaki başarının aynısını dahi adam Turing’in iç dünyasının beyazperdeye yansımasında bulamıyoruz.

Eğer direkt olarak Oscar’a oynamayan bir film olsaydı ‘The Imitation Game’ üç saati aşkın bir süreye ve daha çok Turing’in girift zihninde geçen oyunlara sahip bir film olurdu. Ancak yapım şirketlerinin gazabına uğradığı çok belli film süreyi iki saate çekince bu süreye Turing’in hayatı bir türlü sığdırılamamış. Her ne kadar senaryosu Oscar’ı kapsa da bunun diğer adaylıkları kaçırmasının sonucu bir teselli ikramiyesi olduğunu düşünebiliriz çünkü Turing’in hayatı bariz bir şekilde filmin süresine fazla gelmiş. Yönetmen Tyldum, elindeki bol malzemeyi zamanda ileri geri atlamalarla ortak bir noktada buluşan kompozit bir ürüne çevirmek istese de, Turing’in hem enigma kodlarını çözmesini, hem eşiyle yaşadığı sıra dışı evlilik ilişkisini, öte yandan okul yıllarında yaşadığı tutkulu arkadaşlık ilişkisini ve sonunu hazırlayan cinsel yönelimin devlet için suç teşkil etmesini anlatmak iki saatlik süre içerisine sığdırılmaya çalışıldığında çok üstünkörü durmuş. Öyle ki seyirci olarak bir şekilde çözüleceğini bildiğimiz enigma kodlarının gizemini koruduğu zamana kadarki zamanı takip edebilsek de, daha sonradan kodlar çözüldükten sonra Turing’in hayatında yaşananları takip etmek epey zor oldu; Turing’in devlet için ajanlık yapmasından bahsedilirken bir anda eşiyle yaşadığı sorunlara odaklanıldı, ardından konu Turing’in eşcinsel olmasına odaklanmışken sonra bir anda odak noktası tekrar savaş dönemine kaydırıldı ve konu enigma şifrelerinin kırılmasından sonra toparlanamaz bir hal aldı. Senaristin ve yönetmenin konuyu Oscar çizgisinden çıkarmadan basit hatlarıyla anlatması düzgün bir görüntü çizse de, hikayede değinilen her konu havada kaldı ve bir şekilde (Siyah ekrana özet bir cümle yazı yazılarak) bitirildi. Gerçek bir hayat hikayesinin en duygusal yoğunluğa sahip sahnelerinin böylece kesilip atılmış hissiyatı vermesi filmin en büyük handikabı.

the-imitation-game

Enigma kodlarının çözülmesine sebep olan makinenin üretim aşamaları hikayenin gerilim yükünü taşımaktayken, kodların çözüldüğü ve büyük düşmanın (kodların) yenildiği sahne filmin en heyecanlı kısmı, ardından Turing’in hayatın bulmaca çözmeye benzemediğini anlaması ve savaşın soğuk yüzüyle tanışması da etkileyici sahneler içermekteydi, nitekim bulmaca çözülüp geriye kalan sorunlarla Turing’in boğuşamadığını ve zor anlar yaşadığını görüyoruz. Ancak savaşın soğuk yüzünü canlandıran karakterlerin de filmde yeterince derinlikte işlenmemesi yapay sorunlar ve yapay düşmanların oluşmasına sebep oluyor. Bütün bu kopuklukların üzerine hikayenin üç bağımsız koldan ilerleyip Turing’in eşcinsel kimliğinde birleşmesi ve bu kimliğin üzerine de filmde fazla gidilmemesi ikinci önemli eksiklik. Haliyle filmin savaşla alakalı kısmından keyif almak mümkün ancak diğer yan hikayeler film boyunca amaçsızca dolanıp öylece havada kalıyor .

Filmin en büyük kozu Benedict Cumberbatch, Turing’in içine kapanık itici halinden tam olarak çözülmüş haline kadar başarılı bir performans sergiliyor ve onu takip ederken senaryodaki eksiklikler bir nebze de olsa unutuluyor.  Theory of Everything’in Stephen Hawking’ini izlemedim ancak bu filmdeki Alan Turing’in de esaslı bir Oscar adayı olduğunu ve ödülü kaçırdığını söyleyebilirim.

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s