Asya’da avcıların maymunları yakalama yöntemiyle anlatılan klasik bir hikaye vardır, bu hikaye aynı zamanda ‘Omar’ filminde de geçmekte ve filmin içeriği hakkında önemli bir bilgi içeriyor. Hikayenin iki farklı şekli var, öncelikle filmde geçen halini anlatayım. Avcılar, ilk başta yakalamak istedikleri maymunları şekerle besleyip onları şekere karşı bağımlı hale getiriyorlar. Ardından küçük bir oyuk açtıkları hindistan cevizlerinin içine şeker koyup maymunların gelmesini bekliyorlar. Hindistan cevizine yaklaşıp şekerin kokusunu alan maymunlar, oyuktan içeri ellerini sokup şekeri kavradıklarında elleri yumruk şeklini aldığından geri çıkamıyor ve öylece elleri sıkışmış bir şekilde avcıların gelmesini bekliyorlar. Şekeri bırakıp ellerini düz hale getirseler kaçabilecekleri halde, şekere karşı duydukları istek ve haz onları yem haline getiriyor. Filmde hikaye anlatıldıktan sonra, avcıların maymunlarla ne yaptıkları sorulunca hikayeyi anlatan; “Ben ne bileyim, herhalde bilim adamlarına veriyorlar!” diyor ve konuyu kapatıyor. Hikayenin bir başka anlatılış şeklinde maymunların şekere olan bağımlılığından çok doğalarında olan açgözlülükleri ön plana çıkartılıyor ve avcıların maymunları beyinlerini restoranlara satmak için ele geçirdikleri anlatılıyor. Yönetmen Hany Abu-Assad alışkanlıklarını ve bağımlı oldukları şeyleri bırakamayan maymunları Filistin halkıyla özdeşleştirip, İsrail’i kurnaz avcı olarak betimliyor ve bu hikaye üzerinde kurduğu ‘Omar’ filmi, alt metninde ‘direnişin metodunu değiştirmek’ üzerine önemli sözler söylüyor.
Omar, Amjad ve Tarek çocukluk arkadaşı üç özgürlük direnişçisi. İçlerinden Tarek direkt olarak Filistinde türeyen örgütlerden birine bağlı tek kişi, arkadaşlarıyla birlikte açık alanda silah talimi yapıp, muhtemel ‘kurtuluş operasyonu’ üzerine antrenmanlar yapıp örgütten gelecek operasyon haberini bekliyorlar. Filmimizin baş kahramanı Omar’ı takip ettiğimizde filmin ön yüzünde dikkat çekici bir başka hikayeyle daha karşılaşıyoruz ki o da Omar’ın Tarek’in kız kardeşi Nadia’yla yaşadığı aşk. Gizli mektuplaşmalar, köşe başlarında buluşmalar ve sürekli olarak yakında gerçekleşeceklerini düşündükleri Tarek’e durumu açıklama ve yuva kurma üzerine hayaller klasik bir romantik komedi filminin öğelerini oluşturuyor. Fırında çalışan Omar evlilik için gerekli parayı da denkleştirmişken üzerinde hazırlandıkları operasyondan sonra Nadia’yı sevdiğini Tarek’e açıklamayı düşünmektedir. Ancak Filistin’de geçen bir aşk hikayesi elbette ki çepeçevre etraflarını saran duvarın dışındaki gibi yaşanmayacaktır. Üç arkadaşın bir İsrail askerini öldürmesi ile sonuçlanan operasyonun ardından ne üç arkadaş, ne Nadia ne de aralarındaki ilişki eskisi gibi kalacaktır.
Başta klasik bir romantik hikayenin Filistin’e uyarlanmış halini izleyeceğimi düşünmüştüm ancak yönetmen usta işi sert geçişlerle bir anda seyirciyi Filistin’in soğuk ve çaresiz gerçekliğinin içine çekiyor ve etkileyici bir hikaye anlatıyor. Hollywood filmlerinden görebileceğiniz masum bir aşk üçgenini alıp Ortadoğu’ya savuran Hany Abu-Assad, yaşanan savaşla ilgili önemli bir gerçeği de dile getiriyor; aslında Filistin bir yandan kendisiyle de savaşıyor. Nasıl ki maymunlar sürekli avcıdan kurtulma dürtüsüyle yaşasa da mantıklı düşünüp şekeri bırakmayı akıl edemiyor, filmdeki karakterler de ‘özgürlük mücadelesi’ adı altında İsrail ajanlarının organize ettikleri ‘oyunu’ tekrar tekrar oynayıp kaybediyorlar ve ‘oyunu’ bozmayı kimse akıl edemiyor. Film boyunca seyirci kim gerçekten davasına bağlı özgürlük savaşçısı kim muhbir anlamakta zorlanıyor ancak hikaye bir noktada ister istemez bütün karakterlerin hem dava gönüllüsü hem de muhbir olduğunu ortaya çıkarıyor. Öyle ki, resmin tamamlanması adına küçük bir detay; filmin kötülüğü temsil eden gücü İsrail olsa da, hikaye boyunca hep Filistin’li Filistinli’ye şiddet uyguluyor. Filmin aynı zamanda senaristi olan Abu-Assad’ın tavsiyesi ise, artık yumruğun içindeki hayalleri bırakıp eli oyuktan dışarı çıkarmak gerektiği ve bu durumu filminde de başarılı bir şekilde uyarlayıp hikayesini toparlamayı bilmiş.
Filmde İsrail-Filistin savaşıyla ilgili göndermelere fazla kafa yormak istemeyenler için ön planda etkileyici bir aşk hikayesi olduğunu da söylemeliyim. Omar ile Nadia’nın bir türlü düzgünce dile getirilememiş aşkları çok etkileyici ve sarsıcı detaylara sahip. Nadia, Ortadoğu’nun hayalleri olan ancak gerçeklerle yüzleştiğinde isyan etmeden durumu kabullenip sönen bir çiçeği gibi ve Omar ile Nadia arasında yaşanan diyaloglar, bende uyandırdığı his bakımından aklıma “Kader” filmindeki Uğur ve Bekir’in diyaloglarını getirdi. Omar avucu sımsıkı kapalı halde hakim olduğunu sandığı özgürlük hareketini tutarken neleri kaybettiğini fark ettikçe içlenmemek, savaşın her türlüsüne lanet etmemek mümkün değil.
Her biri amatör oyunculardan oluşan kadrosu en kritik sahnelerde bile sırıtmıyor ve hikayenin gerçekliğine sizi inandırıyor, açıkçası yönetmenin kimi sahnelerde aksiyonu ön plana çıkaran tercihlerini de beğendiğimi söylemeliyim. İçten, samimi, derdi olan her film gibi Omar da başarılı, kendisini izleten bir film.