Kareena Kapoor ve Shahid Kapur’un başrolleri paylaştığı 2007 yapımı “Jab We Met” filmiyle yönetmenlik anlamında Bollywood severlerin ilgisini çeken Imtiaz Ali, devamında çektiği “Love Aaaj Kal” ve “Rockstar” filmleriyle ilerleyen yıllarda Hint sinemasının önemli yönetmenlerinden biri olacağının sinyallerini vermişti. Ancak “Highway”, ayrıca senaristliğini de yaptığı, şu ana kadar ki en ciddi işlerinden biri ve yönetmenin Bollywood temalarını dengeli bir şekilde filmine yedirip aynı zamanda yeni metotlarla anlatımını süslemesi ilerisi için umut verici. Tür olarak incelediğimizde
filmin isminden de anlaşılacağı üzere bir yol filmiyle karşı karşıyayız. Continue reading
Category Archives: Yabancı Sinema
Sabotage (2014): Arnold Purosunu Yakar ve Aksiyon Başlar
A
rnold Scwarzenegger’in 67 yaşında olduğunu düşündüğümüzde onu hala aksiyon filmlerinde görmek bile büyük mesele. Başta “Terminatör” filmi olmak üzere 80’li ve 90’lı yıllarda rol aldığı aksiyon filmlerinin hayranı olanlar onu şimdi bile keyifle izleyeceklerdir şüphesiz. Son yıllarda “The Expendables” serisi eski kurtları tekrar görmemiz için iyi bir vesile oldu ve seyirci bu modaya olumlu anlamda tepki gösterince serinin peşi sıra seri dışında aksiyon filmlerinin de geleceği belli olmuştu. Arnold 2013 yılında “The Last Stand” ve “Escape Plan” gibi iki filmde rol aldı ve şimdi bu sene de
izleyicilerinin karşısına “Sabotage” ve “The Expendables 3” filmleriyle çıkıyor. 2001 yapımı “Training Day” ve 2003 yapımı “S.W.A.T.” filmlerinin yazar kadrosunda olan David Ayer’in Continue reading
Huang Tu Di (1984): Çin Sineması ve Sarı Toprak Filmi
Çin’de 1966-76 yılları arasında yaşanan kültür devrimi, Mao’nun toplum mühendisliği politikası çerçevesinde gerçekleştirdiği faaliyetleri kapsar. Köylü sayısının işçi sayısından fazla olması ancak devrimin işçilerle ilerleyebileceği temelinden hareketle köylü çocukların işçi ailelere ve işçilerinkinin de köylülere verilmesi söz konusudur. Değişim yalnızca bunun sınırla kalmaz, kültür devriminde aydınlar da ülkenin ücra yerlerine gönderilir. Sonunda Çin kültür çevresine önemli ket vuran bu süreçte sinema, kitle kültürünü yaymak amacıyla yani ideolojinin bir aracı olarak işlev kazanır. Sinemanın bu yıllardaki konumunu daha iyi anlamlandırabilmek için Continue reading
Holy Smoke (1999): Jane Campion’dan “Sui Generis” Bir Kadın (Bölüm 2)
Jane Campion’un Titanic’le ünlenen Kate Winslet’in başrolünde oynadığı beşinci uzun metrajlı filmi Kutsal Duman, bağımsız konusuyla dikkat çeken bir yapım. Piyano’da da başrol erkeği oynayan Harvey Keitel, Hindistan’a ruhsal yolculuk için giden Ruth’un oradaki öğretilerin etkisinde fazlaca kaldığını düşünen ailesi tarafından onun normalleştirilmesi için tutulan PJ Waters karakterini canlandırır. Yaşlı erkek – genç kadın ikiliğinin yarattığı gerilim, ikilinin Avustralya’da geçirdikleri üç gün boyunca devam eder ve bu, filmin iskeletini oluşturur.
Yine iki saate yakın süresiyle klasik bir Campion filmi olan Kutsal Yürek’te Ruth’un boyun eğmez kişiliğinin PJ’nin etkisine girmektense zamanla cazibesiyle Ruth’un onu kendine tutkun ettiği görülür. Continue reading
An Angel At My Table (1990): Jane Campion’dan “Sui Generis” Bir Kadın (Bölüm 1)
Jane Campion’un 2014 Cannes Film Festivalinin Altın Palmiye Jüri Başkanlığına seçildiğini ilk duyduğumda beni çok etkileyen Piyano’dan beri yönetmenin filmlerini takip etmediğimi fark ettim ve kadın hikâyelerine olan merakımdan yönetmenin özellikle erken dönem çalışmalarını karşılaştırmalı olarak izlemeye karar verdim.
Campion’un ilk olarak televizyon için mini dizi şeklinde 1924 doğumlu Yeni Zelandalı yazar Janet Frame’in otobiyografisinden uyarladığı Masamdaki Melek, yüz elli sekiz dakikaya indirilerek filmleştirilir. Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi Sweetie’de olduğu gibi Continue reading
Diana (2013): Efsanenin Bilinmeyen Hikayesi
Tüm dünyaca tanınan ve sevilen İngiltere Presesi Leydi Di’nin hayatının bilinmeyen bir dönemine odaklanan, Deney ve Çöküş filmlerinin de yönetmeni Oliver Hirschbiegel’in Diana adlı filmi, ülkemizde başlıktaki mottoyla vizyona girdi. Başrollerini 2013 Oscarlarında Kıyamet Günü filmiyle en iyi kadın oyuncu dalında aday olan Naomi Watts’ın, Lost dizisinin meşhur Sayid’i Naveen Andrews’in ve Douglas Hodge’nin paylaştığı filmde Diana’nın 1995-1997 yılları arasındaki aşk hayatı anlatılıyor. 1997’de henüz 36 yaşındayken şüpheli ve beklenmeyen bir şekilde öldüğünde küçük büyük herkesi ekran başına kilitleyen bir cenaze töreniyle aramızdan ayrılan Diana’nın Continue reading
A Thousand Times Good Night (2013): Savaş Fotoğrafçısının Ailesiyle İmtihanı
Bir savaş fotoğrafçısının gözünden kana bulanan topraklarda yaşanan trajediye tanıklık etme fikri, orijinal olmasa da iddialı ve ilgi çekici. Norveç, İsveç ve İrlanda ortak yapımı Erik Poppe imzalı “A Thousand Times Good Night” filmi bu fikirden yola çıkılarak ortaya konmuş naif bir film. Başrollerinde ünlü Fransız aktis Juliette Binoche ve “Game of Thrones” dizisinden tanıdığımız Nikolaj Coster-Waldau’nun oynadığı film, hikaye olarak sahip olduğu potansiyeli yansıtamıyor ve konuyu Hollywood sinemasına yakın bir yüzeysellikle işliyor.
Rebecca (Juliette Binoche) Afganistan’dan Afrika bölgesine kadar Dünya’da savaşın olduğu her yere gitmiş, dünyanın en iyi savaş fotoğrafçılarından biri. Afganistan’ın Kabil şehrinde canlı bomba olarak Continue reading
Calvary (2014): İnancın Olmadığı Yerde, Rahip Ne işe Yarar?
İrlanda sinemasının sön dönem parlak yönetmenlerinden, “In Bruges” filminin yönetmeni Martin McDonagh’ın kardeşi John Michel McDonagh, 2011 yılında gösterime giren ve büyük beğeni toplayan “The Guard” filminden sonra, sıradaki filmi “Calvary” de bir rahibin hikayesine odaklanıyor. Bir Pazar ayininden sonra yaşadığı kasaba insanının günah çıkarması için bekleyen Rahip James, kimliği belirsiz bir adam tarafından günah çıkarma esnasında tehdit edilir ve yedi gün sonra kasabanın sahilinde öldürüleceği söylenir. Çocukken bir rahip tarafından beş yıl boyunca taciz edilen bu esrarengiz kişi, kötü bir rahibi öldürmenin işe yaramayacağını, bunun üzerine ‘masum’ olduğu için James’i öldürmeyi seçtiğini söyler. “Calvary” son yedi gününü Continue reading
Sound City (2013): Müziğin Kalbine Yolculuk
Dave Grohl, müziğin yaşayan önemli isimlerinden. Nirvana’nın bateristi, Foo Fighters’ın ‘frontman’i Grohl, bu iki ünvanının yanında aynı zamanda şarkı sözü yazarı, gitarist ve de yönetmen. Müzikte seslerin bilgisayara depolanması henüz başlamamışken ve her şey doğal ortamında ‘canlı’ kaydedilmekteyken, müziğin efsaneleri ve efsane olmaya adaylarının uğrak yeri olan “Sound City”nin hikayesini anlatmak için yönetmenlik kimliğine bürünen Grohl, müziğin içinden müzik dünyasını anlatan biri olarak “Sound City” filminde anlatılmak isteneni objektif, duygusal ve açık bir şekilde seyirciye aktarıyor ve bunu yaparken Neil Young, Rick Springfield, Fleetwood Mac gibi kişi ve grupların Continue reading
Once (2007): Bir Tanışma Hikayesi
Dublin sokaklarında sıkışıp kalmış iki insan; biri babasının elektrikli süpürge tamir dükkanında çalışıp diğer yanda sokak şarkıcılığı yapıyor, diğeri doğduğu ülkesini terk edip ailesine bakmak için küçük işlere çalışıyor. Bilinçli bir tercih olarak hikaye boyunca başroldeki erkek ve kadın karakterimizin ismini öğrenemiyoruz çünkü “Once” filminin konusu aslında herkesin hayatı boyunca başına gelmiş ya da gelebilecek bir tanışma hikayesi. İki karakter tanışır, önce ortak noktaların keyfini çıkarır, sonra farklılıklarını ölçüp biçerler ve sonuç olarak da ilişkiyi bir sonraki adıma taşıyacak yol ayrımına gelirler. Bu bilindik ‘yol’ hikayesini gerçekçi ve abartıdan uzak bir süslemeyle anlatan John Carney hikayeyle birlikte bu filmin ikinci planında. Vitrinde ise Continue reading