Sound City (2013): Müziğin Kalbine Yolculuk

soundcityDave Grohl, müziğin yaşayan önemli isimlerinden. Nirvana’nın bateristi, Foo Fighters’ın ‘frontman’i Grohl, bu iki ünvanının yanında aynı zamanda şarkı sözü yazarı, gitarist ve de yönetmen. Müzikte seslerin bilgisayara depolanması henüz başlamamışken ve her şey doğal ortamında ‘canlı’ kaydedilmekteyken, müziğin efsaneleri ve efsane olmaya adaylarının uğrak yeri olan “Sound City”nin hikayesini anlatmak için yönetmenlik kimliğine bürünen Grohl, müziğin içinden müzik dünyasını anlatan biri olarak “Sound City” filminde anlatılmak isteneni objektif, duygusal ve açık bir şekilde seyirciye aktarıyor ve bunu yaparken Neil Young, Rick Springfield, Fleetwood Mac gibi kişi ve grupların tanıklığına başvurarak son dönem müziğin kimliğini ortaya çıkarıyor. Rock müzik ve türevleriyle ortalama bilgi birikimine sahip ve ses kayıt teknolojileri hakkında ilk defa detaylı bilgilerle karşılaşan biri olarak “Sound City”i hem izlemesi kolay, hem de sürprizlerle dolu buldum.

İçeri girenlerin bir an önce dışarı çıkmak istedikleri, yere bir şey dökülse kimsenin durumu anlamayacağı kadar pislik içinde, duvarları kahverengi halılarla kaplı bir yer Sound City stüdyosu. En ufak yağmurda park yeri sular altında kalan, mimarisi düz, ses kayıt stüdyosuna benzemeyen bir yapıya sahip olan yer, içeride geçirilen dakikalar sonrasında farklı bir atmosfere bürünüyor. Bu betimlemeler stüdyoda kayıt yaptıran bütün sanatçılara ve gruplara ait. 1969 yılında Joe Gottfried ve Tom Skeeter işbirliğinde yürümeye başlayan stüdyo, İngiliz dahi Rubert Neve’den satın aldıkları ses kaydı konsoluyla kayıtlarını yapmaya başlar ve yıllar geçtikçe sanatçıların ikinci evleri gibi olur. Daha sonraları pek çok başarılı ve ödüllü albümün ev sahipliğini yapan yer, yıllar geçtikçe teknoloji devrinin gerçekleriyle yüzleşir ve onunla mücadele etmeye başlar.

İlk kısım stüdyoyu ve stüdyonun ilk üyelerini tanımaya yönelikken, filmin ikinci kısmında stüdyonun dijital teknoloji karşısındaki duruşunu izliyoruz. Bu dönemde stüdyoyu tekrar ayağa kaldıran grup Nirvana olur, çıkardıkları “Nevermind” albümüyle stüdyo ikinci baharını yaşar ve dijital kayıt teknolojisi karşısında doğallığın nasıl bir performans gösterebileceğini kanıtlar. Nirvana ile başlayan ikinci yükseliş dönemi Race Against the Machine, Red Hot Chili Peppers gibi gruplarla devam eder. Ancak teknoloji müziğin ruhuna ihanetmiş gibi gözükse de, bazı noktalarda kayıt teknolojisinde büyük kolaylıklar sağlamaktadır ve bu durum stüdyonun daha fazla büyümesine engel olur. Her şeyin üzerine kaset teknolojisinin sona ermesiyle stüdyo ani bir çöküş dönemine geçer ve kaçınılmaz son gerçekleşir, stüdyo 2011 yılında kapanır.

Sound-City

Stüdyonun tarihsel gelişiminin anlatıldığı birinci kısım ve teknoloji çağıyla mücadele ettiği ikinci kısım sonrasında, filmin dokümantasyon çizgisinden çıkıp bir konser kaydına dönüşmesine şahit oluyoruz. Yönetmen Dave Grohl, Nirvana ve Foo Fighters gruplarından dahil olduğu Sound City efsanesinin bu sonunu içine sindiremez ve pek çok amaca hizmet eden bir fikir ortaya çıkarır; stüdyonun kalbi olan, Neve kayıt cihazını kendi stüdyosuna taşıyacak, stüdyoya zaman içerisinde giren sanatçıları yeni stüdyoya davet edecek ve hep beraber Sound City’nin ruhunu keşfe çıkacaklardır. Grohl’un bu hareketi hem Sound City’nin namına yakışır bir şekilde anılmasına, hem de dinleyiciler için bulunması zor bir müzik ziyafetine sebep olur. Aynı zamanda amaç sadece müzik yapmak değildir, Grohl’un ve diğer sanatçıların sürekli olarak üzerinde durdukları bir konu olarak, eski dönemlerde kayıt sırasında yaşanan doğal ortamın farklı bir ambiyansı olduğu ve bütün o eski iyi albümlerin o ruh sayesinde gerçekleştiği gerçeği, onu ve arkadaşlarını aynı ilhamı bulmaya iter.

Dave Grohl’un kendi stüdyosunda Sound City’nin ikonlaşmış ses kayıt cihazını kullanarak eski usul tekniklerle kayıt yaptığını ve bunu üstelik Paul Mccartney, Rick Springfield gibi isimler eşliğinde yaptığını düşününce müzikseverlerin nasıl bir şölenle karşılaşacaklarını tahmin etmeleri daha kolay olacaktır diye düşünüyorum. İzlemesi keyifli olduğu kadar, konuya uzak olan seyircilerin de ilgisini çekecek olan film, hem yeni bilgiler öğretici hem de o bilgileri sevdirici bir yapıya sahip. Rock müziğin ve Sound City ürünlerinin hayranı olanlar için zaten izlemesi kaçınılmaz bir yapıt bu film ancak diğer türde seyircilerin de ilgisini çekebilecek bir izlenirliği ve albenisi olduğunu belirtmem gerekir. Müzikleriyle Grammy ödülünün de sahibi olan filmin müzik dünyasının geçmişindeki yıllara içten ve doğal bakışını kaçırmamalısınız.

Advertisement

2 thoughts on “Sound City (2013): Müziğin Kalbine Yolculuk

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s