Usta işi kamera kullanımı, söz konusu Reha Erdem olduğunda hiç de sürpriz değil. Hatta öyle ki, Erdem görüntü konusunda Nuri Bilge Ceylan‘la karşılaştırılabilecek kadar başarılı bir yönetmen. İlk filmi A Ay‘dan bu yana, tüm Reha Erdem filmleri görselliğin en üst noktasındadır. İşte bu açıdan Hayat Var da sinema severleri hayal kırıklığına uğratmıyor.
Film, SİYAD, Yeşilçam, Altın Portakal, Berlin ve İstanbul film festivallerinden ödüllü. Hayat adında, post-modern İstanbul’un eşitsiz düzeninde altta kalan bir kızın yaşamı Erdem’in sinematik yeteneğiyle birleşince, ortaya ustaca görselleştirilmiş bir hikaye çıkmış ve filmin bu kadar çok ödül toplamasının altındaki en büyük faktör de işte bu.
Hayat Var, Yeşilçam filmlerinden aşina olduğumuz klişeleşmiş fakir, kaybetmeye mahkum, acınacak halde, insanlar tarafından hep mağdur edilen saf genç kız hikayesine getirilen özgün ve post-modern bir yorum. Kocası askerdeyken onu terk eden bir anne, yasa dışı işlere bulaşmış serseri ve parasız bir baba, yatalak hasta bir dede, badem bıyıklarıyla terör estiren bir okul müdürü, çocuk tacizcisi bir bakkal, sokak ortasında yol kesen ve laf atan apaçiler, hiç de arkadaş canlısı olmayan sınıf arkadaşları, lezbiyen eğilimlerine maruz kalınan mahalle ablası, toplumsal cinsiyet rollerine fazlasıyla inanmış bir üvey baba, hep el üstünde tutulan bir üvey kardeş ve bütün bunların ortasında hep bebek kalmak istercesine parmağını emen ama büyümeye karşı koyamayan ve büyüdükçe daha çok yaralanan saf bir genç kız… Hayat… Filmde, hikayenin dışında Yeşilçam’a yapılmış direk göndermeler de mevcut. Hayat’ın TV’de seyrettiği 1972 yapımı Rüyalar Gerçek Olsa ve 1986 yapımı Fatmagül’ün Suçu Ne filmleri ve fonda sıkça çalan Neşe Karaböcek, Orhan Gencebay ve Mine Koşan şarkıları bu göndermelerin en net olanları. Fakat film, bu klişeleşmiş hikayeye getirdiği kendine özgü yorum sayesinde özgün ve etkileyici olmayı başarıyor.
Film, özgünlüğünü başta sinematografisine borçlu. Yönetmen kullandığı farklı kamera açıları, kamera hareketleri, lensler ve ışık tonları ile hikayeye etkileyici bir anlatım kazandırmayı ve seyirciyi görsel olarak fazlasıyla doyurmayı bu filminde de başarmış. Bu durum, başta da söylediğimiz gibi söz konusu Reha Erdem olduğunda sıradan karşılanabilir. Fakat Hayat Var’da kamera kullanımı dışında anlatımı güçlendiren ve filmi özgün bir yapıt yapan iki faktör daha var.
Bunların ilki kurgu. Reha Erdem, Beş Vakit’ten beri filmlerinin kurgusunu kendisi yapıyor ve Hayat Var da kurgusu bizzat yönetmen tarafından yapılan filmlerden biri. Film, hikayesinin aksine Yeşilçam ekolüyle kurgu açısından en ufak bir benzerlik göstermiyor. Özellikle görüntü üzerine yerleştirilen kadraj dışı ses kurgusu film için tamamıyla ayırt edici bir özellik. İşte bu noktada filmi özgünleştiren ikinci faktör beliriyor: ses tasarımı. Filmde çok sık olarak duyduğumuz sesler var. Kırılan camlar, çığlık benzeri kuş sesleri, polis sirenleri, silah patlamaları tekrar tekrar fonda duyuluyor ve bu sesler duyulurken ekranda Hayat’ın günlük yaşamı devam ediyor. Yani Hayat sapık bakkalın tacizine uğrarken, seyirci fonda çok rahatsız edici, yüksek sesli polis sirenleri ve silah patlamaları duyuyor. İşte bu noktada, iki farklı duyu yoluyla filmden aldıkları arasında bağlantı kurarak filmin alt metinlerini okumak seyirciye kalıyor.
Bunca olumlu özelliğine rağmen maalesef bu film de Türk sinemasının kronikleşen hastalığına yakalanmış durumda. Onlarca yıldır sinema severler Türk filmlerinde kadın imajının tamamen erkek bakış açısıyla nasıl yeniden yaratıldığına şahit oldular. Kadınların erkek egemenliğindeki varoluş alanlarının dışına çıkılmasına hiçbir zaman izin verilmedi. Kadın ya evinin kadını olup kocasına ve çocuklarına kendisini adar, ya cefakar bir anne olur, ya erkeklerin kurbanı olup fahişelik yapar ya da günahkarlığının bedelini canıyla öder. Yani kadınlar için iki yol vardır. Biri erkeklerin kurallarına uyup her şeyi sineye çekerek teslimiyet altında hayat sürmek, diğeri ise isyan edip günahkar olmak ve bunun bedelini ödemek. İşte bu seksist bakış açısı, kadını hep erkeğin altında ikinci sınıf görür ve kadının özgür bir birey olduğunu reddeder. Bu yüzden de istisnai birkaç örnek hariç, Türk filmlerinde erkeklerden bağımsız olarak hayatını sürdüren ve savaşı kadınlığından ödün vermeden kazanan kadınlara asla rastlayamayız. Bu kronik hastalık günümüz Türk sinemasında da devam ediyor. İşte Hayat Var da bu hasta filmlerden biri.
Hayat, okuldaki erkeklerin kötü muamelesine maruz kalır ama sesini çıkarmaz. Evde yatalak dedesinin tüm ihtiyaçlarına koşar. Üvey babasının yanında istediği gibi rahatça oturamaz. Yaşı ilerleyince annesi tarafından uzun elbiseler giydirilir. Bakkalın tacizine maruz kalır. Tecavüze uğrar. Hayat’ın annesi kocasını terk edince adı orospuya çıkar. Kamile de Hayat gibi çocuk yaşta tecavüze uğramıştır. Ve filmdeki diğer kadınların hepsi fahişedir. Yani filmdeki basma kalıp öğretmen karakterini saymazsak, tüm kadınlar erkeklerin dünyasında biçimlenmişlerdir. Diğer yandan filmde Fenerbahçe taraftarlığı üzerinden somutlaştırılan tek yumruk olmuş erkekler imgesi, tüm erkeklerin bir olup kadınların sınırlarını nasıl belirlediklerinin çok zeki bir göstergesi.
Hayat, başlangıçta kendisine yapılan her şeyi sineye çekerken, zamanla o da diğerlerine benzemeye başlar ve içindeki tüm iyilik yerini kötülük ve günaha bırakır. Fakat bu değişimin gösterilme şekli bu filmin kalitesine ve yönetmeninin kıvrak zekasına hiç yakışmayacak şekilde fazlasıyla seksist. Filmde Hayat’ın diğerlerine benzemesi kırmızı ruj üzerinden somutlaştırılmış. Nedense bu noktaya kadar tüm klişelerden zeki manevralarla kaçmayı başaran film kırmızı rujla tuzağa düşmüş. Kırmızı rujun, fahişelik referansı ve sonrasında para çalma ve dedenin ölümüne seyirci kalmayla devam edecek kötülükler zincirinin başlangıcı olarak sunulması bu kalitedeki bir film için gerçek bir hayal kırıklığı.
Her şeye rağmen film, izlendikten sonra hafızadan kolayca kaybolmayacak kadar etkileyici. Hatta yeni Türk sinemasının yüz aklarından biri olduğunu söylemek yanlış olmaz ama yine de Reha Erdem dahil yeni Türk sinemacılarının kadın imajı konusunda biraz daha fazla hassasiyet göstermelerini bekleyen sinema severlere de hak vermemek elde değil.
Herkese iyi seyirler!