Adaleti simgeleyen en bilindik figür, Yunan mitolojisindeki adalet tanrıçası Themis’tir. Bir elinde uzun kılıcı, diğer elinde şaşmaz terazisiyle dengeli ve sert bir imaj çizen Themis heykelinin bir diğer özelliği de gözlerinin bağlı olmasıdır. Themis’in göz bağı onun tarafsızlığını simgeler, gözleri bağlıdır çünkü davalı-davacı ikilisinden herhangi birini görüp taraf olmaması gerekmektedir. Peki bir elinde adaletin cezalandırıcı keskin kılıcını, diğer taraftan adaletin dengesini gösteren terazisini tutan bir figürün gerçekten o göz bağına ihtiyaç var mı? Daha çok oyunculuğuyla tanıdığımız, aynı zamanda yönetmen ve senarist olarak parlak bir kariyere sahip Fransız Albert Dupontel, bu dinamik kara komedi filminde adaletin gözündeki bağı çözüyor Continue reading
Category Archives: Fransız Sineması
La Vénus à la Fourrure (2013): Polanski’den Kadın-Erkek Dengesine Entelektüel Bir Yorum
33.Uluslararası İstanbul Film Festivali Akbank Galaları bölümünde gösterilecek olan, 2013 yılının Cannes filminde yarışma filmi olarak boy gösteren Roman Polanski’nin son filmi, usta yönetmenin eşi Emanuelle Seigner’in başrolde şov yaptığı kişisel bir film. Kürklü Venüs oyununun tiyatro uyarlamasını yapmak için oyuncu seçmeleri düzenleyen yazar Thomas, başarısız geçen elemeler sonucunda hala aradığı oyuncuyu bulamaz ve tam elemelerın yapıldığı tiyatro salonundan çıkarken gizemli bir kadın, Wanda’yla karşılaşır. Wanda elemelere geç kaldığını ve kendisine bir şans verilmesini ister, oyunun yazarı ve hırslı oyuncu adayı bir anda kendilerini Kürklü Venüs oyununu canlandırırken bulurlar ve oyunla gerçek arasındaki çizgi yavaş yavaş silinmeye başlar. Continue reading
La Haine (1995): Geç Kalınan Treni Yakalama Problemi
Mathieu Kassovitz’in uzunca bir süre üzerinde okuma yapabileceğiniz, Fransız sinemasının son dönemdeki en ilgiye değer örneklerinden La Haine (Protesto), sosyal tabakalaşmanın toplumları getirdiği o son noktayı, kolluk gücü olarak polisin bu noktada belki de tek kurtuluş şansı olan gençlikle uğraşmasını ve o gençliğin de aslında çoktan kurtuluştan vazgeçmiş olduğunu gösteren, karanlık ama çok karanlık bir film. Siyah-beyaz çekilen filmin hikayesi gerçek bir olaydan esinlenilerek yazılmış. 1993 yılında Zaireli Makome B’owole isimli gencin polisle yaşadığı tartışma sonucu meydana gelen olay filmin hikayesini oluşturmaktadır. Konuyu özetlemek gerekirse farklı etnik kökenlere sahip üç gencin, protestoların ve polisle çatışmaların Continue reading
Le Passé (2013): Geçmiş Bugünün ve Yarının Neresinde?
Cannes Film Festivali’nde görücüye çıkan ve ülkemizde ilk olarak Filmekimi 2013’te gösterilen İranlı yönetmen Asghar Farhadi’nin yeni filmi, yönetmenin üretim aşaması en zor filmlerinden biri olsa gerek. Çünkü yönetmenin 2011 yapımı Jodaeiye Nader az Simin neredeyse gittiği bütün festivallerden ödüllerle dönmüş, seyircilerden tam not almış, gösterime girdiği seneye damga vurmuş, etkileyici bir filmdi. Haliyle Asghar Farhadi’nin bir sonraki filminin nasıl olacağı büyük bir merak konusuydu. Ancak Le Passé‘nin bu beklentiyi tam olarak karşıladığını söylemek zor.
İranlı Ahmad (Ali Mosaffa) , eski eşi Marie (Berenice Bejo)’den boşanmak için Fransa’ya Continue reading
Dans la maison (2012): Röntgencilik Fantezisi Kuran İnsanların Filmi
2013 Cannes’ın polemiklerinden biri de François Ozon’un Jeune & Jolie fiminden sonra “Kadınların çoğu fahişelik fantezisi kurar” cümlesiydi. Daha sonra sosyal medya üzerinden özür dileyen yönetmenin ülkemizde vizyona giren bir önceki filmi Dans La Maison’un da yine içeriğinde farklı bir polemik konusu yatıyor; röntgencilik! İnsanın gizli ve özel olanı açığa çıkarıp emin olma isteği doğrultusunda röntgencilik isteği duyması filmde idealist edebiyat öğretmeni Germain ve üstün yazma yeteneğine sahip öğrencisi Claude tarafından işleniyor. Continue reading
L’Écume des jours (2013): Bu Fransızlar Aşktan Anlıyor Arkadaş!
Bir modern klasikler listesi yapılacak olsa, Eternal Sunshine of the Spotless Mind için de mutlaka bir kontenjan ayırmak gerekirdi. Sinemaseverler haklı olarak, sıradışı bir zekanın ürünü olan bu filmin yönetmeni Michel Gondry‘den yine kendilerini şaşırtacak bir film bekliyordu ve sağ olsun Gondry de onları yanıltmadı. L’Écume des jours, Boris Vian‘ın aynı adlı romanından yapılmış bir uyarlama. Böylesi zor bir yazarın eserini sinemaya uyarlamak da bir o kadar zor olsa gerek ama Michel Gondry tüm bu zorlukları ustaca avantaja çevirmeyi bilmiş doğrusu. Continue reading