Mathieu Kassovitz’in uzunca bir süre üzerinde okuma yapabileceğiniz, Fransız sinemasının son dönemdeki en ilgiye değer örneklerinden La Haine (Protesto), sosyal tabakalaşmanın toplumları getirdiği o son noktayı, kolluk gücü olarak polisin bu noktada belki de tek kurtuluş şansı olan gençlikle uğraşmasını ve o gençliğin de aslında çoktan kurtuluştan vazgeçmiş olduğunu gösteren, karanlık ama çok karanlık bir film. Siyah-beyaz çekilen filmin hikayesi gerçek bir olaydan esinlenilerek yazılmış. 1993 yılında Zaireli Makome B’owole isimli gencin polisle yaşadığı tartışma sonucu meydana gelen olay filmin hikayesini oluşturmaktadır. Konuyu özetlemek gerekirse farklı etnik kökenlere sahip üç gencin, protestoların ve polisle çatışmaların şiddetinin arttığı Fransız sokaklarındaki bir gününü anlatıyor film. Filmdeki üç genç de protagonist olarak ilgiyi sürekli canlı tutmakta; Yahudi Vinz, mağrip Said ve Afrikalı Hubert’in hem kendi aralarında hem de dış dünyayla sorunları filmin dinamiğini oluşturuyor.
Filmin zaman çizgisini belirleyen ve hikayenin düğüm noktasını çözecek olan iki kilit unsur bulunmakta; ilki arbede sırasında polisin silahını kaybetmesi ve Vinz’in onu bulmasından sonra Vinz gibi her an her şeyi yapabilecek bir karakterin silahı ne zaman kullanacağı -bir filmde silah gözükürse elbet patlayacaktır-, ikincisi ise başroldeki karakterlerin arkadaşı olan ve çatışmada yaralanan Abdel’in hastanedeki durumunun ne olacağı. Abdel’in sağlık durumu ile Vinz’in silahı ateşlemesi arasında da paralellik bulunmakta; eğer Abdel ölürse, Vinz de intikam olarak bir polis öldürecektir, seyirci bu iki merak unsurunun sonucunun ne olacağını bekler ve iki unsurun birbirini etkiliyor olması da hikayeye ayrı bir merak unsuru katıyor.
Bazı filmler son sahneleriyle akılda kalırlar ve hikayenin o zamana kadarki kısmına ayrı bir anlam ve güç katarlar. Filmin sebebi son sahnesidir ve bütün diğer nesneler son sahneye hizmet eder. La Haine filmi de bu tarz filmlere verilebilecek en klasik örneklerden. Film boyunca özenli çekim açıları olsun, oyuncuların karşılıklı döktürmesi olsun, filmin bütün pozitif özellikleri son sahneyle birlikte tekrar izleyicinin gözünde canlanıyor ve o son sahne hem başlı başına filmin sebebi, hem de filme değer katan bir özelliğe bürünüyor. Filmin yönetmeni Mathieu Kassovitz de 1999 yılında verdiği bir röportajda bu durumdan bahsediyor ve filmin içeriğinden önce sonunu şekillendirdiğini, her şeyin filmin sonu için olduğunu belirtiyor.
Filmin akılda yer edinen iki meşhur hikayesi var ve Mathieu Kassovitz’in derdini bu iki hikaye üzerinden basitçe anlatma yolunu seçmesi etki alanına girmek istediği kitlenin genişliği bakımından mantıklı bir seçim. İlk hikaye yüksek bir binadan aşağı atlayan adamın düşerken sürekli “Her şey yolunda” demesi ama asıl önemli olanın bu cümleyi söylerken kaçıncı katta olduğu üzerine. İkinci hikaye ise tren yolculuğu yaparken mola sırasında tuvaletini yapmak için trenden ayrılan ve treni kaçıran, bu yüzden de soğuktan donan bir adam hakkında. İki hikaye de seyirciye hem filmin içeriğiyle hem de gelecekte dünyanın başına gelmesi muhtemel sorunlarıyla ilgili ipuçları vermekte. Vinz-Hubert-Said üçlüsünün yaşadığı isyan atmosferi film boyunca sıradanlaştırılarak ilk hikayede yüksek binadan düşen adamla eşleştirilmekte; aynı şekilde treni yakalayamayan ve soğuktan donen adamın hikayesi de karşı-hikaye olarak sürüyü takip etmek, çizginin dışına çıkmamak anlamına geldiğinden yine filmdeki üç karakter için uyarı anlamı taşımakta.
Anti-karakter olarak polislerin gösterildiği filmin asıl problemi polis şiddetinden çok daha derinlerde yatıyor. İnsanlığın en büyük günahı olan ırkçılığın toplumların yönetimi üzerinde söz sahibi olması, alt insan/üst insan ayrımcılığı, dışlananların biriken öfkesi ve bu öfkenin oluşturduğu kültür, o kültürü dağıtmaya çalışan kolluk kuvvetleri ve en sonunda patlayan isyan dalgasını resmeden La Haine, bu isyanı bir çözüm olarak sunmayarak dağılmış, rayından çıkmış bir düzenin sahipsizliğini vurgulayarak savruk bir dünya düzeninden bahsediyor. Bu savruk dünyanın mimarı olarak da ırkçıları, ayrımcıları, güç tapıcılarını hedef göstererek ve aynı zamanda maskülen bir atmosfer oluşturarak bu ayrımcı dünyayı iyice pekiştiriyor.
La Haine’in başarısının bir sebebi de yönetmen Mathieu Kassovitz’in anlatımda kullandığı çekim teknikleri. Filmin siyah-beyaz olmasının yanı sıra Vinz’in Amerikan kültüründen etkilenmiş bir göçmen olduğunu gösteren, tuvalette aynaya karşı gerçekleştirdiği Taxi Driver taklidi sahnesindeki görünmeyen kamera, üç gencin şehir merkezine geldiklerindeki iç sıkıntısını yansıtan dolly zoom in/out efekti ve “Non Je Ne Regrette Nien” remiksi eşliğinde kameranın bir evin içinden Fransız banliyöleri üzerinde gezinmesi ve bunun gibi etkileyici çekim teknikleri sayesinde yönetmen bu kült filmin daha da akılda kalıcı olmasını sağlamış.
Hayatta kaldıkları her gün ölmedikleri için işlerin yolunda olduğunu zanneden, dışlanmış, ötekileştirilmiş insanların hikayesini keşfetmek isteyenlere önerilir.