Modern sinemanın klasik temaları arasında en popülerlerden biri bağımlılık ve bağımlılık temelinde odaklanılan uyuşturucu bağımlılığı. Zaman zaman Türkiye sinemasında da örneklerine rastlayabiliyoruz uyuşturucu temasının ama en başarılı uygulamalar ABD ve Avrupa sinemasına ait. Bir kalemde akla gelenler ise Danny Boyle’un Trainspotting‘i, Gus van Sant’ın Drugstore Cowboy‘u ve tabii ki Darren Aronofsky’nin Requiem for a Dream‘i. Jerry Schatzberg’in yönettiği 1971 yapımı The Panic in Needle Park (Esrar Bitti) ise uyuşturucu temalı filmler için bir öncü olmasının yanı sıra, konuyu işleyişindeki farklılığıyla da dikkat çekici bir film. Continue reading
Author Archives: Fırat Çakkalkurt
32. İstanbul Film Festivali: Geri Sayım Bitti, İstanbul İçin Festival Vakti!
İstanbul’un belki de en güzel ayıdır nisan. Baharla birlikte hareketlenen şehre bambaşka bir hava gelir. Kışın uyuşukluğu yavaş yavaş kaybolur, yerini rengarenk, capcanlı bir şehir alır. Bir de Beyoğlu’ndaysan, işte o zaman daha da güzeldir. Her yanda bir yerlere yetişmeye çalışan insanların arasında senin de yetişmek için koştuğun bir yer vardır: Emek Sineması. Continue reading
The Last Laugh (1924): Sinema, Kamerayla Oynanan ve Sonunda Almanların Kazandığı Bir Oyundur
Bir adam ki, lüks bir otelin giriş kapısı önünde görevlidir. Üzerinde şık bir üniforma. İşini en iyi şekilde yapmaya çalışır. Etrafındakilerden çok sevgi saygı görür. İşte bu adamın yeni bir dünyaya girişi işinden kovulmasıyla olur. Bir anda her şey tersine döner. Önceden ona saygıda kusur etmeyen, hizmet etmek için peşinde koşanların şimdi en büyük alay konusudur bu ihtiyar. Kimse tarafından adam yerine konulmaz artık. Bütün kapılar yüzüne kapanır. Kendi ailesi bile ondan utanır, ona sırtını döner. Büyük bir sıkıntının içine düşmüştür adamımız. Ailesi, evi, dostları, hepsi gitmiştir. Artık hiçbir şeyi yoktur. Ve anlarız ki sadece bir üniformaymış onun dünyadaki varlığını değerli kılan, üniforması gidince insanın her şeyi peşinden gidermiş. Continue reading
Shame (2011): Senin Bacına Aynısını Yapsalar İyi Olur mu Kardeş?
Birkaç yıl öncesine kadar Steve McQueen denince akla ilk olarak Papillon, The Magnificent Seven ve The Great Escape filmlerinin unutulmaz aktörü olan Hollywood yıldızı Steve McQueen gelirdi, ama şimdilerde bu isim Hunger filmiyle tüm dünyada büyük beğeni toplayan Altın Kamera ödüllü İngiliz yönetmeni anımsatıyor. Uzun yıllar kısa film yönetmenliği yapan ve ilk filmi Hunger’ı 2008 yılında çeken McQueen’in ikinci filmi olan Shame ise yönetmenin sinema anlayışındaki keskin çizgileri netleştirmesi açısından filmografisinde önemli bir yere sahip.
New York’ta yaşayan, orta yaşlı, yakışıklı, kariyer sahibi bir adam olan Brandon’ın seks bağımlılığı Continue reading
Vizyona Girenler (22 Mart): Her Türden Film Bulunması Programın En Büyük Avantajı
Bu hafta ikisi yerli, toplam altı film vizyona giriyor. Komediden belgesele, fantastikten maceraya kadar farklı türlerden filmlerin seyirciyle buluşacağı program, haftalardır Kelebeğin Rüyası‘nın hakimiyeti altındaki sinema salonlarına mutlaka hareketlilik getirecektir ama yine de Kelebeğin Rüyası haftalık seyirci sıralamasında birincilikteki yerini bu hafta da bırakmayacak gibi görünüyor. Continue reading
İz – Rêç (2011): Kürt Sineması Diye Bir Şey Var, Duymayan Kalmasın!
Türkiye’de her yıl milyonlarca kişi tarafından seyredilen ana akım filmlerden arda kalan birkaç küçük salondur sorunsal sinema seyircisinin nefes alabildiği tek yer. Oysa ki Türkiye sineması diye bir olgudan bahsedebilmemiz için bireysel veya toplumsal sorunlardan yola çıkan filmler hayati derecede önemli ve her ne kadar Türkiye’de son yıllarda üretilen sorunsal filmler arasında çok başarılı işler çıkıp yurt dışında ödüller toplasa da, ülke sınırları içinde gördükleri üvey evlat muamelesi nedeniyle sorunsal sinemanın olgun bir üsluba kavuşup bir olgu olarak kendini ortaya koyabilmesi için biraz daha zaman gerekmekte. İşte bu yüzden, tam olarak bir Türkiye sinemasının varlığını kabul etmek şimdilik zor. Continue reading
Kelebeğin Rüyası (2013): ‘Bir Yılmaz Erdoğan Filmi’ Olmadığı Kesin!
Türkiye kaliteli ana akım sinema örnekleri açısından oldukça kısır. Bu yüzden Yavuz Turgul hala çok özel bir sinemacı. Yılmaz Erdoğan‘ın son filmi Kelebeğin Rüyası da bu kısır ortama canlılık getirmesi açısından merakla bekleniyordu. Gerçi, Yılmaz Erdoğan çok büyük bir yönetmen olduğundan değildi bu merak; büyük bütçeli işleri iyi ekiplerle göreceli olarak daha eli yüzü düzgün biçimde yaptığındandı, ama görünen o ki kendisi bu durumu yanlış anlamış.
Afişte yazdığının aksine ‘Bir Yılmaz Erdoğan Filmi’ diye bir şey yoktur. Olamaz. En azından şimdilik. ‘Bir François Truffaut Filmi’ olur. ‘Bir Woody Allen Filmi’ olur. ‘Bir Nuri Bilge Ceylan Filmi’ olur. Bunlar auteur yönetmenlerdir. Sinemaya ve hayata Continue reading
