İstanbul’un belki de en güzel ayıdır nisan. Baharla birlikte hareketlenen şehre bambaşka bir hava gelir. Kışın uyuşukluğu yavaş yavaş kaybolur, yerini rengarenk, capcanlı bir şehir alır. Bir de Beyoğlu’ndaysan, işte o zaman daha da güzeldir. Her yanda bir yerlere yetişmeye çalışan insanların arasında senin de yetişmek için koştuğun bir yer vardır: Emek Sineması.
Ne yazık ki son birkaç yıldır Emek Sineması festival kapsamında değil. Bu zaten başlı başına festivalin havasını bozmaya yetiyorken, bir de bu yıl festivale iki gün kala yıkım işlemlerinin başlaması cabası oldu. Emek Sineması herhangi bir sinema salonu değildi. İstanbul’un kültürel yaşamının en merkezi noktalarından biriydi. Mimari değeri ve toplumun ortak belleğinde tuttuğu yer bakımından önemliydi. İşte sinema severler için böylesi önemli bir kayıpla başlıyor 32. İstanbul Film Festivali.
Yine zengin bir programa sahip festival. Yine gişelerde kuyruklar oldu. Yine biletler hızla tükendi. Yine çok iyi filmler seyredeceğiz. Yine filmlerin ilk 10 dakikasında salonu terk edenler olacak. Yine filmlerin ardından yönetmenler alkışlanacak. İstanbul yine çok güzel bir nisan ayı geçirecek.
Her yıl festival öncesinde film listelerini paylaşmak adettendir. Ben de bunun gerisinde kalmamak için küçük listemi sizlerle paylaşayım dedim.
Birçok insanın yaptığı gibi festivalde 15-20 film seyretmeyi doğru bulmuyorum ben. Öylesi, filmleri sindirmek için bana yeterli zamanı vermiyor. Filmle aramda tüketime yönelik bir ilişki kurmak gibi geliyor. Onun yerine, daha az sayıda film seyrederek filmlere de kendime de daha içten bir ilişki için zaman tanımak daha doğru. Bu yüzden bu yıl sadece 4 filmlik bir liste yaptım ve ne mutlu ki biletler tükenmeden hepsine birer tane kaptım.
İlki, Kuru Gürültü. Film hem Joss Whedon’ın olması, hem de Shakespeare’den uyarlanması sayesinde beklentiyi arttırıyor. Whedon’ın böylesi filmlerine pek alışık değiliz ne de olsa. Siyah-beyaz olması ve ünlü oyuncuları filmi iyice ilgi çekici yapıyor.
İkinci film, Beşinci Mevsim. Belçika-Fransa-Hollanda ortak yapımı olan film Venedik ve Valladolid’den ödülle dönmüş. Doğanın insanoğlunu cezalandırmasını konu alan Beşinci Mevsim’in gösterimlerine yönetmenlerin de katılacak olması film için +1 puan.
Üçüncüsü, Norveç’in Oscar adayı olan Kon-Tiki. Büyük bütçeli bir film olarak festivalde benzerine sık rastlanmaması Kon-Tiki’yi cazip kılıyor. 1947’de Norveçli bir maceracının salıyla Büyük Okyanus’u geçmeye çalışmasını konu alan filmin özellikle görsel açıdan çok başarılı olduğunu tahmin ediyorum. Beklentim büyük.
Ve bu yıl en heyecanla beklediğim film, Soğuk. Uğur Yücel’in yönetmenliği benim için Yazı-Tura’dır. Hayatımın Kadınısın ve Ejder Kapanı’nın birer kaza olduğuna inanmak istiyorum. İşte bu yüzden Soğuk’un, bize Yazı-Tura’daki Uğur Yücel’i geri vereceğini bekliyorum. Berlinale’de dünya prömiyerini yapan film bence ulusal yarışmanın en iddialısı.
Herkese iyi seyirler!