Bu hafta ikisi yerli, toplam altı film vizyona giriyor. Komediden belgesele, fantastikten maceraya kadar farklı türlerden filmlerin seyirciyle buluşacağı program, haftalardır Kelebeğin Rüyası‘nın hakimiyeti altındaki sinema salonlarına mutlaka hareketlilik getirecektir ama yine de Kelebeğin Rüyası haftalık seyirci sıralamasında birincilikteki yerini bu hafta da bırakmayacak gibi görünüyor.

The Imposter (Hayat Avcısı), 1997 yılında San Antonio’da yaşanan bir çocuk kaçırma vakasını ve sonrasında olayın aydınlatılma sürecini konu edinen iddialı bir belgesel. Bart Layton tarafından yönetilen yapım, Sundance Film Festivali’nin en dikkat çekici filmlerinden biriydi. Ayrıca Miami, San Sebastian, Edinburgh, Sydney ve Seattle festivallerinde de gösterimi yapılan The Imposter için Empire yazarı Guy Lodge “Yılın şimdiye kadarki en büyüleyici ve korkutucu belgeseli, The Imposter sansasyonel, histerik gazete maşetlerinin ötesini didik didik ediyor” diyor. Belgesel sevenleri memnun edeceği büyük olasılık.

On the Road (Yolda)’un yönetmen koltuğunda ise yine bir yol filmi olan The Motorcycle Diaries‘ten hatırladığımız Walter Salles oturuyor. Jack Kerouac‘ın romanından uyarlanan film Beat kuşağının temsilcisi gençlerin arabayla yaptıkları uzun bir yolculuk üzerinden dönemin ruh halini gerçekçi bir biçimde beyazperdeye taşıyor. Cannes ve Toronto gibi saygın festivallerde olumlu tepkiler alan On the Road’un yapım ekibinde yer alan Francis Ford Coppola da film için önemli bir referans.

Jack the Giant Slayer (Dev Avcısı Jack) ise haftanın büyük bütçeli film kontenjanından seyirci bulmayı hedefleyen filmi. 2005 yılından bu yana hazırlıkları devam eden film nihayet tamamlandı. Senaryo veya sinematografisinde pek zeka parıltısı barındırmayan Jack the Giant Slayer, görsel efektleri ve 3D teknolojisi sayesinde eğlenceli bir seyirlik olmaktan ileri gidememiş. Los Angeles Times’tan Kenneth Turan‘ın yazdığı gibi “Bryan Singer‘ın eski bir masaldan yaptığı uyarlama paranın satın alabileceği her şeye sahip; iyi bir senaryo hariç.”

Bu hafta vizyona giren Türk filmlerinin ilki Sabit Kanca. Televizyon programlarından tanıdığımız komedyen İsmail Baki Tuncer’in ilk sinema deneyimi olan Sabit Kanca, Kanal-İ-zasyon ve Musallat serisinin yönetmeni Alper Mestçi’nin dördüncü filmi. Celal ile Ceren ve CM101MMXI Fundamentals’in etkisi son bulmuşken, son yıllarda alışageldiğimiz üzere skeçlere dayalı absürd komikliklerden beslenen komedi anlayışının son temsilcisi Sabit Kanca’nın gişede istediğini elde etmesi muhtemel görünüyor.

Mahmut ile Meryem ise haftanın diğer Türk filmi. Dizi yönetmenliğinden sonra sinema filmi yönetmenliğine geçen Mehmet Ada Öztekin’in yönettiği film, 1500’lü yıllarda müslüman bir erkek ile hıristiyan bir kadın arasındaki aşkı konu ediniyor. Mahmut ile Meryem’in belki sadece aşkı kutsamayı ve aşkın her şeyden üstün olduğunu vurgulamayı amaçlayan bir film olduğunu söyleyenler olacaktır ama filmde erkeğin müslüman, kadının hıristiyan olması bile egemen ideolojiyi yeniden üretmesi için yeterli. Müslümanlığı hıristiyanlığa, erkeği kadına üstün kabul eden zihinsel kodlara sinemada yapılan göndermeler artık iyice can sıkıcı olmaya başladı. Her ne kadar Elçin Efendiyef‘in romanından uyarlanmış olsa da, bu durumu Mahmut ile Meryem için bahane olarak kabul etmek doğru değil.

Haftanın son filmi ise Seven Psychopaths (Yedi Psikopat). Nihayet Türkiye’de de vizyona girecek olan film Martin McDonagh‘ın ikinci uzun metrajı. Kısa filmi Six Shooter‘dan bu yana filmlerinde şiddeti ve komediyi başarılı bir biçimde harmanlayan yönetmen, Seven Psychopaths ile Toronto ve Londra film festivallerinde oldukça olumlu eleştiriler almıştı. Özellikle oyuncu kadrosu ile dikkat çeken film bu haftanın en iyisi.