2008 yılında Hunger filmiyle, 2011 yılında festivallerde büyük ilgi gören Shame filminin ardından Steve McQueen’in nasıl bir filmle geri dönüş yapacağı merak konusuydu ve yönetmen tercihini Oscar üzerinde yapmış anlaşılan. 12 Years a Slave (12 Yıllık Esaret) filmi, konusu itibarıyla tamamen Oscar heykelciğini kazanmaya odaklanmış gibi duruyor; özgür bir adamken işgüzar iki kişi tarafından kaçırılıp köle tüccarlarına satılan bir adamın on iki yıl boyunca yaşadığı esaret hayatını anlatan ve ‘özgür bir adamın gözlerinden kölelik hikayesi’ gibi duran film, anlatımıyla da klasik konusuna eşlik etmekte. Öyle ki, filmin yönetmeninin kim olduğunu bilmeseydim yönetmenin Steve McQueen olduğunu söyleyebileceğim sahne sayısı bir elin parmak sayısını geçmez ve bu sahnelerde filmin ilk yarısında bulunmakta. Yapım şirketinin Oscar yatırımı olarak rötuşlarda bulunduğunu düşündüğüm film tahminimce Amerika’da yine büyük ilgi görecektir. Bir pişmanlık belirtisi olarak sinema filmleri yapmak daha önce de örneklerini gördüğümüz, Yahudilerle ilgili filmler, yine köleleri anlatan filmler, Kızılderililer… hep ilgi görmüş ve ödüllendirilmiştir.
Chiwetel Ejiofor’un canlandırdığı Solomon Northup karakteri gerçek bir karakter olmasıyla birlikte hem film için hem de konunun yaşandığı dönemle ilgili önemli özellikler taşımakta. Öncelikle siyahi olan karakter, aynı zamanda özgür ve New York’ta yaşamakta ve de keman virtüözü. Özgürlüğü beyaz bir adamın özgürlüğü ve yaşadığı hayat da beyaz adamın hayatı ve filmin ilerleyen sahnelerinde de anlayacağınız üzere, filmdeki ‘ya kölesindir, ya da beyaz gibi yaşayan, hisseden siyahi’ anlayışı eleştirilmekte. Solomon Northup beyazların girdiği markete girebiliyor, ancak yanlışlıkla dükkana giren köleyi sahibi azarlayıp dışarı çıkarırken sesini çıkaramıyor, çünkü toplumun içerisinde beyazlaşıp kaybolmaktan memnun ve sesini çıkarmazsa ailesine bir şeyin olmayacağını düşünüyor. Halbuki toplumun içerisinde var olan bir pislik, toplumun her köşesine yayılacaktır ve öyle de olur; Solomon Northup yeni bir iş kapısı olarak gördüğü Washington gezisi sırasında kaçırılır ve köle tacirlerine satılır, ismi ve bütün bilgileri değiştirilmiş bir şekilde. Filmin ilk kısmını dolduran, bu özgür adamın köleleştirilme aşaması başarılı bir şekilde anlatılıyor ancak filmin devamı için aynı iyi yorumları yapmak mümkün değil.
Filmin ilk yarısının sonlarına doğru hikayenin merkezinde tempo o kadar düşüyor ki seyircinin kaybolan ilgisini yönetmen hikayeyi ne kadar evirip çevirse de toplayamıyor ve dinamik başlayan film, konusunu belli ettikten sonra heyecanını yitiriyor ve sönük devam ederek beklendiği gibi bitiyor. Solomon Northup’un köle pazarında satılmasından sonra filmin 45 dakikası Solomon Northup’ın başından geçen işkencelerle devam ediyor, bitmek bilmeyen kırbaçlanma sekansları belki Amerikalı izleyicilerde şok etkisi yaratacak ancak genel seyirci kitlesi için yaklaşık 45 dakika boyunca şiddet sahnesi izlemek çok da eğlenceli gelmeyecektir. Özellikle de Steve McQueen gibi bir yönetmenden yalın sahnelerle yoğun bir anlatımı tercih etmesi beklenirken basit işkence sahneleriyle “Evet kölelere böyle sert işkenceler yapıldı” demesi sinemaseverler için büyük hayalkırıklığı.
12 Years a Slave 2013’ün en iddialı filmlerindendi ancak yeni sinema seyircisinin farklılığa dikkat ettiğini düşünen biri olarak bu filmin, yakın zamanda izleme fırsatı bulduğumuz Django Unchained ve The Help filmleriyle kıyaslandığında gayet sıradan kaldığını belirtmekte yarar var. Yönetmen koltuğundaki Steve McQueen’in siyahi bir sinemacı olarak, Amerika’nın en büyük günahı olarak nitelendirdiği kölelik sistemini anlatmak istemesi ne kadar doğruysa, bu fikrini Oscar yolunda heba etmesi de o kadar yanlış. Oyunculuklar ve müzik kullanımının başarılı olduğu filmde ayrıca bir adet hikayeye girişi çıkışı meçhul Brad Pitt de bulunmakta.