La Grande Bellezza (2013): Kadim Roma’da Güzelliğin İzinde

La-Grande-BellezzaCannes Film Festivali’nde beklediği etkiyi verememiş olsa da, Altın Küre galibiyeti ve Oscar adaylığıyla dünya çapında ilgi uyandıran Paolo Sorrentino’nun filmi, ilk kitabının ardından muhteşem güzelliği arama yolculuğuna çıkan ve bu uğurda kırk sene boyunca kitap yazmayıp popüler bir gazetenin “in/out” köşesinde yazan Jep Gambardella’nın hikayesini anlatıyor.

La Grande Bellezza’nın başkarakteri, tek şeritli bir istikamette değil de, pek çok yan yola sahip kavşaklarıyla, u dönüşleriyle, girift ve çok şeritli bir ana yolda ilerlemektedir. Bu yüzden parça parça analiz edilmesi zor, ancak genel çerçevede vermek istediği mesajları sade ve anlaşılır bir dille veren bir filmle karşı karşıyayız. Klasik bir İtalyan erkeği olan Jep’in hikayesine başlamadan önce yönetmen Sorrentino klasik Roma manzarasıyla karşı karşıya bırakıyor bizi. İlk sahne hikayenin konusuyla alakasız ancak anlatmak istediğiyle sımsıkı bağlı bir yan öykücükle açılır; Asya’lı bir turist Roma turunda manzarayı karşısına almış sahnenin keyfini yaşamaktayken kalp krizi geçirir ve hayatını kaybeder. Roma eski ruhunu kaybetmeden hala ayakta durabilen ender şehirlerden ve özellikle Japon turistin hayranlıkla bakıp son nefesini verdiği bölge, Roma’nın içinden ama Roma’ya uzaktan bakıyor hissi vermektedir insana. Şehir merkezinde olup da şehrin gürültüsünden uzakta sessizliğin keyfini çıkarabileceğiniz bu yer, Sorrentino’nun Roma karşısındaki duruşunu temsil eder; hem merkezde hem değil. Öyle ki Paolo Sorrentino bu klasik Roma siluetinin artık yalnızca turistler için olduğunu belirtmek için çok keskin bir atlayış yapar ve hızla asıl hikayenin kahramanı Jep’in 65. doğum günü partisine gideriz.

Yazarın çılgın, absürt dünyasına dahil olduğumuzda karşılaştığımız bu absürd ortam, ilk olarak akla duayen Fellini’yi getirir. Kesinlikle Paolo Sorrentino’yu Fellini’yle, bu filmi de Fellini’nin filmleriyle karşılaştırmıyorum çünkü bu filmle ilgili yapılabilecek en yanlış yorum olur. La Grande Bellezza (Muhteşem Güzellik) filmini Fellini’ye saygı duruşunda bulunan filmlerden biri olarak tanımlayıp hikayenin başlangıcına baktığımıza doğum günü partisindeki değişik karakterleri seyirci olarak yadırgamamak elde değil. Empati kurmanın imkansız olduğu modern hayatın bu vahşi insanlarını bir kenara bırakıp Jep’in hikayesini takip ettiğimizde ise karşımıza 65. yılında hayatı yaşamaktan memnun, ancak hayatın kendisinden iyice sıkılmış yaşlı bir adam profiliyle karşılaşırız. Belki de hayatın sonsuz olmadığının farkına vardığından, hayatta artık istemediği hiçbir şeyi yapmak istemediğini söyleyen Jep’in, geceyi birlikte geçirdiği kadının her gün kendi fotoğrafını çekerek oluşturduğu albüme bakma teklifini önce kabul edip, ardından kaçtığına tanık oluruz. Sonra aynı isyankâr duruşu sanat gösterisi adı altında duvara kafa atan sözde sanatçıyla yaptığı röportajda da görüyoruz, yazdığı ilk kitabın ardından kırk sene boyunca sanatsal hiçbir değeri olmayan ancak entelektüel dünyanın parçası olan insanların gösterilerini yorumlayan Jep, muhteşem güzelliğin kitabını yazmak için beklediği kırk yıl boyunca yozlaşmanın her türlüsüyle yüz yüze gelir ve bir nevi kendi cehennemini yaşar. Bu cehennem atmosferi, özellikle Dantevari bir şiirsellikle anlatılmış ve Roma’nın sessiz kaosuna oldukça uygun düşmüş. Bu durumda, La Grande Bellezza‘nın yapısının Fellini sinemasından çok Dante’nin şiirselliğinden ilham aldığını söylersek yanılmış olmayız.

La-Grande-Bellezza

Ne zaman ilk aşık olduğu kadının ölüm haberini alır, Jep’in hayatıyla yüzleşmesi başlar ve seyirci de bu garip dünyada yönünü değiştirir. Arkadaş toplantılarından birinde, kendisini diğerlerinden farklı bir konumda tutmaya çalışan ve bu sayede kirlenmekten kurtulduğuna inanan arkadaşına Jep’in deyim yerindeyse ayar verdiği sahnede, özetle kimsenin birbirinden farklı olmadığını ve herkesin aynı pislik içerisinde yüzdüğünden bahseder Jep. O sahne filmin gidişatı ve hikayenin muhteşem güzelliği bulma yolundaki en önemli sahnesidir, zira yönetmen de o sahnenin ardından kendisini diğerlerinden yüksekte tutan kadını havuza sokarak kişinin ruhsal arınmasının ilk adımını atıyor ve seyirci olarak biz de Paolo Sorrentino’nun filminin ilk periyodunda garipsediğimiz dünyanın bir parçası olduğumuzun farkına varıyoruz.

Bu farkındalık evresinin ardından Jep, Dante’nin  Cehennem’den Araf’a, ardından Cennet’e olan yolculuğuna benzer bir yolculuğa çıkıyor ve yol boyunca hem geçmişiyle yüzleşiyor, hem de günahlarından arınmaya çalışıyor. Arkadaşının sorunlu oğluyla hiç ilgilenmeyen Jep, oğlanın intiharı sonrasında bir bebek gibi ağlıyor ve tabutu taşımak için ilk ayağa kalkanlardan oluyor. Striptiz klübü işleten bir diğer arkadaşının evlenmeye niyeti olmayan yaşı geçmiş striptizci kızını sahiplenmeye çalışıyor, kız arkadaşının her gününü fotoğraflayarak oluşturduğu albümüne zaman kaybetmemek için bakmayan Jep, güzelliğin formülünü ararken kendini benzer bir resim sergisinde buluyor ve doğduğu günden bu yana her gün fotoğraflanan bir adamın galerisini geziyor. Uzun bir zaman diliminde her gün kendisini fotoğraflayan bir insanın bu fotoğrafları yan yana getirdiğinde göreceği iki şey vardır; ilki yan yana olan fotoğrafların birbirinden hiç farkı yoktur, ikincisi ise ilk fotoğraf ile son fotoğraf arasında dağlar kadar fark vardır. İşte hayatın güzelliği ve illüzyonu bu fotoğraflar arasında hissettirmeden oluşan farklılıklardır ve Jep zamanını kaybetmek istemezken, aslında zamanını çok yüzeysel eğlencelerde ve risksiz rahatlıkta kaybettiğini fark eder. Hayata karşı o kadar duyarsızdır ki, aynı hikayenin sonunda karşılaştığı Papa adayı gibidir; müstakbel Papa en basit dini soruya cevap veremezken çok detaylı yemek tarifleri verebilmektedir. Jep Gambardella’nın ve birçok insanın da hızla geçen zaman içerisinde müstakbel Papa adayından bir farkı yoktur aslında, çok şey bilen ama asli görevi hakkında hiçbir şey bilmeyen insanlardır hepsi. O asli görev -muhteşem güzelliği yakalamak- anı keşfetmekten geçmektedir ve Jep sevdiği ilk kadınla paylaştığı ve hayatı boyunca unutmaması gereken o özel anı tekrardan hatırlayarak muhteşem güzelliğin ‘an’lardan ibaret olduğunu fark eder.

La-Grande-Bellezza

Jep Gambardella’nın hikayesi pek çok farklı yola açılırken, yan yollardan birinde komşusunun siyasi suçlu olduğunu fark edememesinden dert yanar karakterimiz. Kendi balkonundan yukarıda bir konumda olan komşusunun evine gıptayla bakar, komşusu ve evde verdiği partilere özenir, ona hayranlık duyar Jep Gambardella. İşte yeni ve modern İtalya’nın ‘Bellezza’ dediği o sahte şaşaanın kandırmacasından uyandığı vakit, La Grande Bellezza‘nın, yani kadim Roma’nın keşfi gerçekleşmiş olur.

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s