Roman Holiday (1953): Audrey Hepburn ve Roma’nın Nefes Kesici İşbirliği

Roman-HolidayRoma sokaklarında dolanırken rastgele hediyelik eşya dükkanlarından birinde görmeniz en olası hediyelerden biridir Roman Holiday temalı eşyalar. 1953 yılında yapılmış olan film, şehirle o kadar uyumlu ki Roma’ya gelen turistlerin aklına gelen ilk film Roman Holiday oluyor ve evlerine dönerken bu filmin afişini içeren takvim, tişört ya da kahve bardağı almayı unutmuyorlar. Peki, William Wyler‘ın  filmi romantik-komedi türünün en klasik örneği olarak hangi özelliğiyle seyirci tarafından bu kadar benimsenmiş olabilir? Efsanevi Ben-Hur filminin yönetmeni Wyler’ın yine yönetmen koltuğunda oturduğu, Gregory Peck ve Audrey Hepburn’un perdeyi aydınlattığı film, genç bir prensesin süslü ve gerçek hayattan çok uzakta yaşamından sıkılıp kendisini Roma sokaklarına bırakmasıyla başlayan sıcak bir öykü anlatıyor. Filmin yıllardır hak ettiği ilgiyi ve değeri bulmasının sebebi de şüphesiz ki günümüz romantik-komedi filmlerinden kendini ayıran sadeliği. Seyirciyle arasına hiçbir engel koymayan, var olan hikayeyi dolandırmadan, teatral bir akıcılıkta anlatan filmin aksiyonunun senaryonun inandırıcılığına zarar vermesine izin vermeyen William Wyler, sinema tarihinin neden en önemli yönetmenlerinden biri olduğunu, sadeliğin dayanılmaz bir hafifliği olduğundan bahsederek Roman Holiday’de bir kez daha göstermekte. Bu doğru tercihin Audrey Hepburn gibi bir sadelik tanrıçasıyla birleşmesi ise filmi çok daha üst seviyelere taşıyor.

Genç prensesin yine bir resmi davet sonrası yardımcısıyla bir sonraki günün programlarını konuştukları sırada histerik bir krize girmesi ve sakinleştirici iğne yedikten sonra gece vakti kaldığı yeri terk edip Roma sokaklarında halkın arasına karışıp gazeteci Joe Bradley ile tanışmasıyla başlayan hikaye, prensesin kimliğini gizleyip gezerek Roma’da normal bir vatandaş gibi şehri dolaşmasıyla ve Joe Bradley’in ona eşlik etmesiyle devam ediyor. Prenses nasıl kendi kimliğini insanlardan gizliyorsa, Joe Bradley de gazeteci kimliğini prensesten gizleyerek yüzyılın haberini yapmak için genç kadını takip ediyor ve ona bir yandan sıradan bir vatandaş olarak Roma’nın aslında daha güzel bir yer olduğunu gösterirken, diğer yandan da kendi haberine malzeme çıkarıyor. Bu gezi sırasında Roma şehri, ikiliyi birbirine yakınlaştırmak için bütün olanakları sağlayacak her özelliğe sahip; tarihi meydanlar, parklar, anıtlar, gece eğlenceleri… Günün sonuna doğru, tıpkı külkedisi masalında olduğu gibi, gerçekler su yüzüne çıkmaya başlıyor; Prenses Ann elbette kim olduğunun, hayattaki görevinin ne olduğunun farkına varacak ve kaçtığı yere geri dönecek, ancak prensesliği artık kendi kararlarıyla ve yöntemiyle yaşayacak, Joe Bradley ise duygusuz, işine sadık gazeteci kimliğinin arkasındaki insani, duygusal yönüyle karşılaşacak ve haberden önemli olanın haberin içeriğindeki kişiler olduğunun farkına varacak. Çünkü bu yolculuk bir vakit sonra sadece prensesin normal bir vatandaş olma heyecanını tatmasından çok, aynı zamanda bir gazetecinin de bu heyecanı tatması haline dönüşüyor.

Roman-Holiday

Örnekleri daha sonra defalarca tekrar edilmiş bir konunun aslı her zaman daha özeldir fakat bu özelliğin sebeplerine inecek olursak, William Wyler’ın karakterlerini ve hikayeyi betimlerken kullandığı sinema dili bu farklılığın en büyük sebebi sayılabilir. Örneğin Prenses Ann’in ağdalı hayattan kaçıp halkın arasına karışmasından sonra saçlarını kestirip imaj değiştirmesi, karakterin iç dünyasında farklı biri olma isteğini anlatan çok açıklayıcı bir sahne. Aynı zamanda Ann karakterinin yeni bir kimliğe bürünme hayali sürekli olarak kendisi tarafından engellenmekte, öyle ki Joe Bradley’in evinde daha konforlu ve yeni olan yatakta uyuduğu için memnun olan, konuşmalarıyla ve hareketleriyle sürekli olarak prensesliğine vurgu yapan Prenses Ann, kendisiyle savaştığı süreç sonunda zaten ne olduğu gerçeğini değiştiremeyeceğinin farkına varıyor ve nasıl olmalı sorusuna yöneliyor. Joe Bradley’in ise eğlenceli, çapkın, saman altından su yürüten, hazırlamakta olduğu haberi uğruna her türlü hileye başvuran görüntüsünün altında, yönetmen tarafından tercih edilen tek başına yürürken çekilen sahneleri gazetecinin yalnızlığını simgeleyip, Prenses Ann’in dostluğuna ne kadar ihtiyacı olduğuna işaret etmekte. İki karşıt karakterin (erkek-kadın, prenses-gazeteci) iç dünyalarını yalın ve sade yol göstericiler ve metaforlarla anlatan yönetmen böylece klasik bir hikayeden çok güçlü bir film ortaya çıkarıyor.

Filmin teknik anlatımının kusursuzluğunun yanında, Roman Holiday’i özel bir film yapan iki unsur daha var ki, bunlardan ilki Audrey Hepburn’un eşsiz performansı. Duru güzelliği ve kırılgan mimikleriyle ilk başrolünden alnının akıyla çıkan Audrey Hepburn, bu filmle aynı zamanda Oscar heykelciğine de sahip oluyor. Zamanın cinselliği öne çıkaran performanslarıyla göz dolduran aktrislerinin yerine Audrey Hepburn, sadeliği ve güzelliği ön plana çıkararak bu filmle başarılı kariyer yolculuğunun ilk taşını yerleştirmiş oluyor.

Roman-Holiday

William Wyler’ın filminin diğer büyük kozu ise elbette ki rüya şehir Roma. Tek başına bu şehir mekan olarak filmin arka planını öyle güzel dolduruyor ki, film sanki Prenses Ann-Gazeteci Joe Bradley ve Roma arasında geçiyormuş gibi geliyor seyirciye. Teknik ekibin şehri son derece verimli kullanması sayesinde elbet ki bu etki oluşuyor ancak Roma’da geçen bütün filmlerin ayrı bir cazibesinin olduğu da bir gerçek. Roma’da değil de başka bir şehirde bu hikaye geçseydi eminim film bu kadar etkileyici bir seyir sunmazdı. Yeni yeşermeye başlayan aşkların şehri Roma, hikayeye son derece uyumlu.

Toplam 3 Oscar ödüllü bu klasik romantik-komedi filmini, hazır sonbahar gelmişken izlemeyenlerin mutlaka izlemelerini, izleyenlerin ise bir kez daha bu Roma gezisini tatmalarını tavsiye ederim.

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s