Force Majeure (2014): Ailenin ‘Direği’ Olmak

force-majeure  Yılın en iyi işlerinden biri olarak nitelendirilen, Ruben Ostlund’un ‘kıl payı’ Oscar’a aday gösterilmeyen filmi ‘Force Majeure’, kelime anlamı olarak mücbir sebep anlamına gelmektedir. Karı-koca, bir kız ve bir erkek iki çocuktan oluşan çekirdek ailenin tatile gitmesi ve tatilde baş başa kalmalarına odaklanan bu İsveç filmi, gücünü gerçekten iyi kotarılmış bir giriş sahnesinden ve ana fikirden alıyor ancak beraberinde ortalama bir evlilikte cinsiyetçilik eleştirisi yaparken konuyu da bağlamada, uzatıp iki saate tamamlamada oldukça zorlanıyor. Çoğu Avrupa filmi gibi kısa film olsa şaheser olacak, ancak bu haliyle ortalama üstü bir pozisyonda kalan ‘Force Majeure’, yine de baştaki ilginç sorusuyla dikkatleri çekiyor.

Film, çığ düşmesi sırasında ailesini korumaktan önce kaçmayı içgüdü haline getirmiş bir adamın ailesinden, kadının ise kocasından uzaklaşmasını ve aralarındaki mesafe aşılamayacak kadar büyümeden aile bireylerinin sorunu çözme çabasını anlatıyor. Hikaye boyunca ‘anne’ figürünü takip edip, onun gözünden olayı anlamlandırmaya çalışsak da, aslında seyirci olarak empati kurmamız gereken karakter ‘baba’ figürü. Ailenin inşa ettikleri duvarların içerisinde ne olduğuna geçmeden önce, aynı zamanda senarist olan Ruben Ostlund’un hikayeyi tatil konsepti içerisinde anlatmasının çok başarılı bir tercih olduğunu belirtmeliyim. Oteller, şehir hayatının keşmekeşinden kurtulmak isteyen çekirdek ailelerin gidip birbirleriyle daha çok vakit geçirdikleri turistik-mekanik-sistemsel tesisler olarak ailenin kendi başına kalmasına olanak sağlayan en önemli unsur filmde. Özellikle otelin dört bir tarafı karlar içerisinde, dağ yamacında inşa edilmiş olması ailenin bireylerinin birbirine muhtaçlığını, birlikte hareket etmeleri gerektiğini seyirciye gayet açık bir şekilde belirtiyor.

force-majeure

‘Anne’ figürü, çığ düşme vakası sırasında çocuklarını korumaya çalışırken ‘Baba’ figürünün olay yerinden kaçmasından dolayı kendini bir anda suni bir birlikteliğin içerisindeymiş gibi düşünür. Daha sonra ‘hayal kırıklığı’ olarak nitelendireceği bu olayı babanın bir türlü kabul etmemesi ve kaçtığını düşünmemesi ise anneyi daha çok demoralize edecektir. Çocukların da anne-baba arasındaki gerilimden direkt olarak etkilenmesi ve ebeveynlerinin boşanacaklarını düşünmeleri aile bireyleri arasında aşılmadan idare edemeyecekleri, halı altına süpürülmeyecek bir gerilimin ortaya çıkmasına sebep olur. Sorunu çözmek için önlerindeki dört-beş günlük tatili değerlendirecek olan ‘anne’, kayağa tek başına çıkmak, oteldeki tanıdık arkadaşlarla akşam yemeği yemek, kocasının aileden bağımsız vakit geçirmesine izin vermek gibi farklı metotlarla sorunu çözmeye çalışır ancak sorunun çözümü kaynağında, baba figüründedir.

Yönetmenin üzerine basa basa söylemek istediği konu, aile içerisinde otomatik olarak görev alınan, kalıplaşmış cinsiyetçi görevler aile bireylerinin üzerinde durmadığında er geç bir gün o ailenin duvarında çatlakların oluşacağıdır. ‘Baba’ figürü, henüz filmin ilk başlarında fotoğrafçının yönlendirmelerinden canı sıkılan biri olarak aile içerisinde yönlendirici, liderlik yapması gereken, koruyucu kişi görevini yapmakta zorlanmakta ve kişisel özellikler bakımından incelediğimizde de bencil özellikler göstermektedir. Telefonuyla olan bağını film boyunca koparamayan ‘baba’, telefonun insanı benmerkezci bir kişilik haline getirmesinin filmdeki en uygun örneği ve benmerkezcilik afet sırasında onun çocuklarını değil kendisini düşünmesini sağlayacak derecede ileri boyutta. Öte yandan yazılı olmayan kurallar tarafından ailenin bütün koruma ve liderlik görevlerini üstlenen ‘baba’, çocuklarına rol model olmak için çabalayan, sürekli baskı altında, üzgün bir adam olarak tanımlanabilir. Anne ise tüm liderlik vasıflarını taşımasına rağmen babaya göre daha pasif bir rol üstleniyor ve yaşanan olaydan sonra babanın açığı karşısında ne yapacağını bilemiyor.  Sonuç olarak aralarındaki sorunu aile içerisindeki görev dağılımlını eşit dağıtarak ve birbirlerine ‘gerçek’ anlamda destek olup, birbirlerinin ‘öz’ duygularına inerek çözen aile fertleri, babanın çocuğuna sigara içtiğini söylemesi ya da annenin tehlikeli bir durum karşısında duruma el koyması gibi son dakika örnekleriyle olması gereken aile portresinin çerçevesini çiziyorlar.

force-majeure

Cannes Film Festivali’nde ve Filmekimi 2014’te çok övülen ve evlilik müessesine getirdiği eleştirel bakış açısıyla beğenilen Force Majeure ortalamanın üzerinde, bilindik tanıdık Avrupa sineması örneklerinden biri ve açıkçası İsveç sinemasının yeniden yükselişi gibi bir tabir kullanmak için de yetersiz bir örnek. Başlangıçta çok etkileyici ve dolu olan, ana fikri nefes kesici bir şekilde seyirciye ileten film, hikayeyi yan karakterlerle dağıtıp sündürdükçe ilk on beş dakikadaki etkisini kaybediyor. Özellikle ailenin tatil yerinde kendi başına kalması ve sorunlarını birlikte çözmesi ‘gerilimi’ oluşturulmaya çalışılırken yan karakterlerin direkt olarak olaya müdahale edebilmeleri ve sorunun çözümüne katkı sağlayabilmeleri aile olmanın bireyler üzerinde oluşturduğu gerilimi anlatmaya sekte vurduğu için filmi yumuşak karnı. Öte yandan bu filmle birlikte Ruben Ostlund’u takip etmenin yararlı bir iş olacağını da söylemek lazım; şahane kar görüntüleri ve aile içi konumları göstermek için kullandığı imgeler gerçekten başarılı.

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s