Gravity (2013): Alfonso Cuarón’un Dönüşü Muhteşem Oldu!

GravityAslında pek de suskun olmamıştı Alfonso Cuarón‘un gidişi. Meksikalı yönetmen teknolojinin imkanlarını sonuna kadar kullandığı filmi Children of Men ile dünya çapında ses getirdikten sonra 7 yıl boyunca sessizliğe gömülmüştü ve niyahet dönüşü muhteşem oldu. Senaryosunu oğluyla birlikte yazdığı Gravity, Cuarón hayranlarını fazlasıyla mutlu edecek olmanın yanı sıra, yönetmenin dijital teknolojiyi kullanımındaki üstün yeteneğinin açık kanıtı ve film estetiği, kültür endüstrisi, sanatsal nitelik bağlamında sinema-teknoloji ilişkisi üzerine bitmeyen ve muhtemelen de asla bitmeyecek olan tartışmaların gündeme getiricisi olması bakımından, Cuarón’un filmografisinde muhakkak ki yıllar sonra bile özel bir yere sahip olacaktır.

Amerikalı astronotlar Dr. Ryan Stone (Sandra Bullock) ve Matt Kowalski (George Clooney) uzayda keşif yürüyüşü yapmak üzere görevlilerdir ve beklenmedik bir kaza sonucu ekiplerindeki diğer insanlar ölür, dünyaya dönüş için kullanacakları araç arızalanır ve muhteşem dünya manzarası karşısında sonsuz uzay boşluğunda sıkışıp kalırlar. Ardından bu zor şartlar altındaki astronotlarımız için kurtuluş mücadelesi başlar. Bir yanda veteran astronot Kowalski, diğer yanda henüz çaylak olan Stone. Her ne kadar birlikte hareket ederek dünyaya dönmenin yolunu arasalar da, bir süre sonra yerçekimsiz ortamda birbirlerinden ayrılmak zorunda kalırlar ve Cuarón’un kamerası Stone’u takip ederek filme devam eder. Sonsuzluğun içinde yapayalnız kalan çaresiz Stone, görsel olarak cenin pozisyonunu alarak ruhani bir yeniden doğuş yaşar ve mücadeleye kaldığı yerden tek başına devam eder.

Bu açıdan bakıldığında pek özelliği varmış gibi görünmüyor Gravity’nin. Zaten açıkçası filmin senaryosu oldukça yetersiz. Karakter derinliğinden yoksun astronotların sık sık duygusal gerçeklikten uzak aksiyonlarıyla oluşturulan dramatik yapının tatmin edici olduğunu söylemek pek kolay değil. Aslında filmin iki zayıf noktasından biri olan senaryonun, merkezinde yer alan ‘sonsuzluk içinde hapsolmak’ fikrinin orijinalliğine rağmen genel olarak zeka pırıltılarından bu denli uzak oluşu büyük hayal kırıklığı.

Gravity

Senaryonun ağızda bıraktığı sası tadın diğer nedeni ise Hollywood’un hala kurtulamadığı soğuk savaş ruh hali. Uzun yıllar ABD’nin önemli bir propaganda aracı olarak kullanılan sinemanın, bugün hala Amerikan karakterinin dünyaya tanıtılması için kullanıldığını görmek, Amerikalı sinemacılar bilmese de oldukça rahatsız edici olabiliyor. Hele ki Cuarón gibi üst düzey işler yapan bir yönetmenin böylesi tuzaklardan kaçınmayı bilmesi gerek. Tek bir repliğe sıkıştırılmış olsa da Amerikalı astronotların başlarına gelen felaketin bir Rus uydusundan kaynaklanması, dünyalıların uzayı fethi için seferber olan bir başka ülke Çin’in zor durumdaki astronotlara yardım etmeyip yalnız bırakması, en zor anlarda astronotlar mücadeleyi bırakıp bırakmama noktasındayken kadraja giren ABD bayrağı, Polat Alemdar misali imkanız bir görevi tek başına tamamlayan astronotun aldığı tek hasar olan yanağındaki küçük çizik gibi detaylar, 3D teknolojisinin görsel gerçekliği arttırmasıyla daha da güçlenen sinemanın film metninin doğrularını dikte ettiriciliğiyle birleşince Gravity’nin alt metnine ABD propagandası doğrudan yerleşiyor.

Peki buna rağmen Alfonso Cuarón’un filmini özel yapan ne?

Gravity alışkın olduğumuz tarzda bir bilimkurgu (Aslında bilimkurgu, bugün mevcut olmayan teknolojilerin kullanıldığı bir geleceğe dair öykülerin anlatımıdır. Bu açıdan Cuarón’un filmi için bilimkurgu demenin ne derece doğru olduğu tartışılır olsa da, IMDB’yi referans alarak filmin janrasını bilimkurgu kabul ediyorum.)  tonuna sahip değil. Genelde bilimkurgular uzaylılarla dolu, aksiyon sahneleri bol, hareketli filmler olurken, Gravity sakin anlatımıyla oldukça farklı bir film. Uzun tek plan sekansların sadeliği, çoğu filmin aksine sadece aksiyon sahnelerinin heyecanını vurgulamaktan ibaret olmayan 3D teknolojisinin dengeli kullanımı ve uzay boşluğunda bir tablo estetiği yaratan siyah ve beyaz ağırlıklı dar renk paleti Alfonso Cuarón’un elinde görsel bir curcuna yerine sıradışı bir zarafete dönüşmüş. Yönetmen bir yandan film boyunca yüksek alan derinliğinden vazgeçmeyerek devasa uzay boşluğunda küçücük bir zerre olan ana karaktere dışarıdan bakmamızı, diğer yandan da öznel ses ve kamera kullanarak onunla güçlü biçimde özdeşlik kurmamızı sağlıyor. Açıkçası Cuarón, Gravity’de algımız ve ruh halimizle hamur yoğurur gibi oynamayı başarıyor.

Gravity

Hepsinin ötesinde Gravity’de daha önce hiç görmediğimiz bir kamera kullanımı ve kurgu tekniği mevcut. Öyle ki, bir sahnenin teknik olarak nerede başlayıp nerede bittiğini fark edebilmek çoğu zaman mümkün olmuyor. Yerçekimsiz ortamın dengesizliğini ve uzay boşluğunun sonsuzluğunu sinema salonundaki koltuğuna gömülmüş seyirciye birebir yaşatacak derecede gerçekçi bir film dünyası yaratmak üzere kullanılan bu yepyeni teknik, Alfonso Cuarón’un yönetmenlik kapasitesinin ve dijital teknolojiye hakimiyetinin açık göstergesi olmanın ötesinde, gelecekte teknolojinin yardımıyla film biçiminde ne gibi değişimler yaşanabileceğinin de ipuçlarını veriyor.

Bu bakımdan henüz yıl bitmemiş olsa da, içeriğinin zayıflığına rağmen biçiminin kusursuzluğuyla Gravity için 2013’ün en iyi filmlerinden biri demezsek haksızlık etmiş oluruz. Zaten Quentin Tarantino da geçtiğimiz günlerde ilan ettiği listesinde Alfonso Cuarón’un filmini yılın en iyi 10 filminden biri seçmişti. Vizyona girer girmez ABD’de ilgi uyandıran bu usta işi filmin en az birkaç dalda Oscar adayı olması da sürpriz olmayacak.

Herkese iyi seyirler.

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s