Leviathan (2014): Devlet Politikası Olarak Bireyin Yozlaşması

Leviathan-Poster Rus sinemasının önemli isimlerinden Andrey Zvyagintsev, 2003 yılında ‘The Return’ filmiyle dikkatleri üzerine çekmiş, en son 2011 yılında çektiği ‘Elena’ filmiyle de Rus toplumu ile ilgili önemli söylemleri olduğunu sinema seyircisine göstermişti. Zvyagintsev’in bu sene Oscar’da yarışacak son filmi ‘Leviathan’ hem ismi ile hem de içeriği ile ön planda ağır bir devlet eleştirisi gibi dursa da, aslında yönetmenin daha önceden de dile getirdiği bir sorunu, bireysel yozlaşmayı gündeme getiriyor. Cannes Film Festivali’nde ‘Kış Uykusu’nun en önemli rakibi olan Leviathan, yapım olarak da ilginç bir hikayeye sahip. Sessiz ancak etkileyici bir dile sahip olan film, hükümetin son dönem politikalarını eleştirmesine rağmen Kültür Bakanlığı’ndan destek almasıyla da farklı bir noktada duruyor.

Leviathan kelimesi iki farklı şekilde açıklanabilir; ilki filmde de değinildiği üzere Tevrat’ta da geçen deniz canavarı anlamında. Yedikçe büyüyen, obur, mitolojik bir canavar olarak Leviathan, Tanrı’yla savaşan, durdurulamaz bir öğe. Diğer yandan aynı kelimeyi İngiliz felsefeci Thomas Hobbs ihtiyaç olarak ortaya çıkan devlet kavramının mutlak güce sahip olduktan sonraki haline benzetiyor ve mutlak güce sahip devleti Leviathan’a benzetiyor. Yasama-yürütme-yargı güçlerinin her birini himayesinde toplamış ve yükselen rant değerleriyle birlikte gücüne kimsenin karşı koyamayacağı bir konuma yükselen ‘devlet’ kavramı, halk için başlayan yolculuğuna halkı sömüren bir yapı olarak devam ediyor ve halkın üzerindeki en büyük yük oluveriyor. En büyük yiyeceği vergi olan devlet, istediğini bir şekilde elde ediyor ve devletin sınırları içerisinde yaşayan toplum bu kavramın karnını doyurmaya çalışan bir böcek sürüsü gibi. Filmde de devleti temsil eden belediye başkanı arsa yüzünden davalık olduğu vatandaşla karşılaştığında, aynı böcek yakıştırmasını yapıyor ve karşısındaki insanı ‘yok’ sayıyor. Zvyagintsev’in ‘Leviathan’ tanımı Hobbs’un Leviathan’ından yola çıkarak hazırlanmış ve günümüzde devlet kavramının geldiği noktayı küresel bir gerçek olarak çok başarılı bir şekilde açıklamış.

Leviathan

Film, Kolya adında bir adamın arsasına belediyenin göz koymasıyla başlıyor. Karanlığın çöktüğü, denizin köpürdüğü ilk sahneler ülkenin karanlık geleceği ile ilgili gerekli ipuçlarını bize verirken, daha sonra Kolya’nın avukat olan eski arkadaşı Dmitriy’i Moskova’dan çağırdığını görüyoruz. Gizemli, kahramanlara özgü özellikler taşıyan Dmitriy elinde önemli bir siyah dosya taşımaktadır ve bu siyah dosya, belediye başkanını seçim öncesi arsa davasından geri çekmeye yetecek önemli bilgiler içermektedir. Kolya, ilk eşinden doğma Roma ve ikinci eşi Lilya’yla üç kişilik bir çekirdek aile oluşturmaktadır, şehrin merkezine yakın ve deniz kenarı olan, üzerinde yaşadığı topraklar kıymete binince belediye tarafından düşük bir meblağ karşısında evini terk etmesi istenir. Vatandaş ile devletin bu karşılaşması ilk dakikadan kazananı belli bir mücadele gibi gözükse de Zvyagintsev’in vatandaşın elini güçlendiren iki unsuru bulunmaktadır; Kolya’nın uğrunda mücadele ettiği ailesi ve Dmitriy’in gizemli siyah dosyası. Aile unsuru yönetmenin daha önceki filmlerinden gördüğümüz üzere hikayenin kopma noktasını oluşturmakta zira aile varken hikayedeki karakterler her soruna karşı, gerekirse devletin kendisine karşı yumruk olabilecekken, aile yokken bu karakterleri dağınık ve kaybetmiş bir şekilde görüyoruz. Yönetmenin bireylerin çöküşü ile ilgili söylediklerine geçmeden önce, belediye başkanı ile avukatın karşılaşmasından, yani devletin iki farklı organının birbiriyle toslaşmasından bahsedelim.

Avukat Dmitriy, Kolya’nın gözünde eski asker arkadaşı olarak kalsa da ilk andan itibaren Dmitriy karakterinin üzerinde devletin izini hissetmek mümkün. Kolya’yla olan arkadaşlık bağı onun yardım etmesine sebep oluyor ve araya soktuğu ‘büyükleri’ vasıtasıyla ele geçirdiği ‘siyah dosya’ altın bir anahtar olarak hikaye boyunda elinde dolaşıyor. Zvyagintsev’in devlete karşı çözümün yine devletin içerisinden gelmesi, böyle bir aracı olmadığı zaman devlete karşı savaşın mutlak surette kazanılmayacağını gösteriyor. Küçük ve güçsüz bir adam olarak resmedilen Kolya’nın üzerinde devletin baskısı arttıkça yine devletin görev verdiği bir adama sığınmaktan başka çözüm yolu gözükmüyor ve Dmitriy bu gücü istediği şekilde kullanmakta özgür. Siyah dosya karşısında çaresiz kalan belediye başkanı, panik anını hizmetinde çalışan kolluk kuvvetlerine saldırarak atlatıyor ve bir an önce Kolya’nın elindeki gücün ortadan kaldırılmasını istiyor. Hikayenin önemli bir noktasına kadar kazanıyormuş gibi gözüken Kolya, yukarıdan bir tuşa basılmış ve gergin olan ip bir anda serbest bırakılmış gibi ani bir düşüşe geçiyor ve bunun asıl sebebi Rus halkının yaşadığı bireysel yozlaşma.

Her ne kadar yazıda yönetmenin Rus toplumu ile ilgili görüşleri olduğunu belirtsem de, aslında toplumun manevi değerlerine karşı olan yozlaşması küresel bir sorun. Elena filmi Leviathan’ın geleceğini gösteren öncü film olarak bu sorunla ilgili işaretler taşımaktaydı. Elena’da son sahnede küçük bebeğin çevresinde dolaşan kargalar kötü bir geleceğin bizleri beklediğinin habercisiydi. Yatağın üzerinde kendi haline bırakılmış bebek, aile desteğinden mahrum kalmış ve bu açlığı yaşıtlarıyla kuytu köşede içki içerek ve kavga ederek geçiren delikanlı, Elena karakterinin yoluna devam edebilmek için ‘kurduğu’ tuzak ve hikayenin can alıcı noktası olan ‘cinayet’ devlet politikası olarak yozlaşan ve güçsüzleşen, aile bağlarından kopan halkın birbirini öldürmesini çok açık bir şekilde ortaya koymaktaydı. Aynı ‘cinayet’ öğesinin bir benzerini bu filmde de görmek mümkün. Devletin ‘normal’ gücünü kullanarak yıkamadığı aile, en büyük sınavını kendi içerisinde veriyor ve ailenin çok daha önceden çökertilen temelleri karakterlerin bu sınavdan başarıyla çıkmalarını engelliyor. Sınıf farklılığı, yoksulluk, gelecek adına insanların herhangi bir umuda sahip olmamaları aile içerisinde bireyleri ahlaki bir çöküşe itiyor ve Zvyagintsev’in üzerinde durmayı sevdiği ‘kişisel günahlar’ devletin halk karşısında elini güçlendirmeye yarıyor. Ben hem ‘Elena’nın hem de ‘Leviathan’ filminin, devletin din adamlarıyla dirsek bağını koparmadan halkı üzerinde gücünü kötüye kullanmasını anlatmasından çok, halkın kendi içerisinde manevi bir bağının kalmamasından dolayı yaşadığı mağlubiyetleri anlatmasını Zvyagintsev’in sineması içerisinde ayrı bir yere yerleştirdim ve önemsedim. Devletin yaptırım gücüne karşı hakkını aramak için Kolya’nın elindeki tek varlık ailesi ve maneviyata olan bağlılığıyken bunu aslında çok daha önceden yitirdiğini öğrenmesi, filmin sahip olduğu en büyük dram ve üzerinde durulması gereken bir konu.

Etkileyici bir görüntü yönetmenliğine sahip olan film, Zvyagintsev’in daha önceki filmlerinden de alışık olduğumuz karanlık atmosferi kullanmada çok başarılı. Her ne kadar yönetmenlik anlamında farklı iki kişi olsa da Zvyagintsev ile Nuri Bilge Ceylan’ı derdi olan, didaktik anlatım yanlısı özellikleriyle birbirine benzetmek mümkün. İki yönetmenin de filmlerini keyifle, öğrenerek izliyor seyirci. İki yönetmenin bir ortak noktası daha var ki, o da ülkelerinde yaşanan sorunları minimalize edip, daha sonra küresel sonuçlar elde etmeleri. Ceylan’ın Kış Uykusu’nu izleyen bir Rus sinemasever nasıl kendine dersler çıkarabiliyorsa, aynısını biz de Zvyagintsev’in Leviathan filmini izleyip, hikayeye kendi penceremizden bakıp, dersler çıkarmalıyız. Yoksa filmdeki gibi yıkılışını evin içerisinden seyrettiğimiz, şehre yakın, deniz kenarındaki bir sonraki ev bizim olabilir.

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s