Olaylardan ziyade durumlara odaklanan, az diyaloglu, sabit kameralı kişisel anlatılar Türkiye’de festival sinemasının kalıpları olarak git gide kemikleşmekte ve bu durum, festivallerden ödülle dönen filmlere karşı sinema seyircisinde kaçınılmaz olarak olumlu veya olumsuz beklentilere neden olmaktadır. Venedik ve Antalya’da ödüller alan Sivas‘ın da bu başarısı doğal olarak zihinlerde filmin klişeleşen festival filmi anlatısı ile ilişkili olarak kodlanmasını tetikledi. Buna rağmen kesin olarak söylenebilir ki, Sivas tüm bu önyargıları boşa çıkaran ve bu cesareti ile Türkiye sinemasının geleceğine dair insanı umutlandıran bir film.
İlkokul çağındaki Aslan, küçük bir Anadolu köyünde alışılageldik bir hayat sürdürmektedir; okula gider, arkadaşlarıyla oyunlar oynar, yapılacak işlerde ağabeyine yardımcı olur. Bir gün öğretmeninin öğrencilerden Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalını okul müsameresinde sahneye koymalarını istemesiyle, Aslan ‘büyümeye’ başlayacaktır. Öğretmen tiyatronun oyuncu kadrosunu oluştururken Aslan’ın aşık olduğu Ayşe’ye prenses rolünü, muhtarın oğluna ise prens rolünü vermiştir; Aslan’ın payına ise cüce olmak düşer. Bu rol paylaşımı, Aslan’ın hayatında sosyal katmanlarla ilk karşılaşmasıdır ve çocuk aklıyla bu ayrıştırıcılığa boyun eğmeyecektir o. Prens rolünü alabilmek için öğretmeniyle konuştuğunda ise sosyal eşitsizliğin kaçınılmaz olmasının ötesinde, gerekliliğine dair gizli inancıyla “Cüce olmanın neresi kötü?” diye soracaktır öğretmeni. Oysaki Aslan bu eşitsizlik sisteminde cüce olmayı kabul edemeyecek kadar saftır, çocuktur ve bu mücadelesinde ona eşlik edecek olan da yine sistemin kapasitesinden, işleyişinden ve yerleşikliğinden habersiz olan bir köpektir… Sivas filmi eleştirisi