X-Men: Days of Future Past (2014) : Süper Kahraman Filmleri Hakkında

x-men-days-of-future-past   Bu sene gerçekleşen Comic-con festivallerinden anladığımız kadarıyla, önümüzdeki yıllar pek çok süper kahraman filmine gebe ve on yıl önce Hollywood’un epik film modasına benzer bir modanın ileride yaşanacağını söylemek mümkün. Aslında süper kahraman filmleriyle ilgili yakın zamana kadar çok umut vaat eden bir gelişme yoktu; Nolan’dan önceki Batman serisi özellikle son iki filmiyle seyirciyi kendisinden soğutmuştu, X-Men üçlemesi de çizgi romandaki potansiyelinden çok uzaktaydı, Spider-Man üçlemesine ise değinmek bile istemiyorum. Dardevil, Ghost Rider, Catwoman, Elektra derken ‘kötü düşmanı öldür ve kahraman ol’ temalı süper kahraman filmleri bir bir bekleneni veremeyince türün geleceği çok da parlak bir görüntü çizmiyordu. Sinema tarihi kayıtlara nasıl düşer bilmiyorum ancak her ne kadar Marvel Avengers fikrini ortaya çıkararak süper kahraman sinemasını şahlandırdığını düşünse de bu türü kurtaran isim benim için Christopher Nolan. Dark Knight üçlemesinin sahip olduğu felsefe, bir süper kahramanın sadece süper özelliklere sahip yenilmez canlılar olmadığını, aslında birey olarak yaşadıkları sıkıntıların da filme dahil edilmesi gerekliliği daha sonra ortaya çıkan pek çok süper kahraman filminin de temelini oluşturdu. Dark Knight üçlemesinin hem senaryo hem de teknik anlamda sinemaya sağladığı yeni bakış açıları hem Batman serisini kurtardı, hem de daha sonra yeniden çekilmesine karar verilen Superman serisine ilham oldu. Ancak aynı formülün Marvel evreninde de kullanıldığını görebiliriz; Iron Man üçlemesi aksiyonuyla değil karakterin kendi özellikleriyle ve özel hayatında yaşadığı çelişkilerle beğenildi, Captain America için de benzer bir durum söz konusu. Dark Knight’ın sahip olduğu formülü ve hikayenin işleniş biçiminin farklı uyarlamaları olarak Iron Man, Captain America, Thor gibi süper kahramanlar kendi filmleriyle piyasaya sürüldükten sonra Hulk, Black Widow gibi karakterlerle birleşerek Avengers ortaya çıktı ve yine bu filmde de esas sorun düşman değil, kendi içlerindeki özel meselelerdi. X-Men üçlemesi hikayenin anlatılış şekli bakımından kusurlar içeren, sadece beyazperde de X Men karakterlerini izlemek isteyen çizgi roman hayranlarını memnun edebilecek bir üçlemeydi ve X Men: Firs Class filmiyle birlikte üçlemede yaşanan anlatım sorunları, Dark Knight’tan ilham alınarak düzeltilmişti. Yönetmen Bryan Singer yeni model X-Men’i eski üçlemeyle birleştirecek en uygun konuyu ‘Days of Future Past’ hikayesini seçerek seyirciyi cezp edecek bir seçim yapıyor ve böylece hem klasik X Men karakterlerinin geçmişteki hallerini, hem de kıyamet dönemindeki son hallerini görebileceğimiz bir yapım ortaya çıkıyor.

x-men-days-future-past-bryan-singer-interview

Çizgi roman filmleri hakkında yazarken aslında genellemelere dikkat etmem gerekir çünkü çizgi roman dünyasıyla ilişkim, işin bağımlısı olmuş çizgi roman sevdalılarının yanında İstanbul’a gelen bir turistin kebapla olan bağı kadar. Ancak başta X-Men olmak üzere okuduğum çizgi romanlardan anladığım kadarıyla bu dünyada zaman-mekan kavramı pek yok. Spider Man ile ilgili birbiriyle alakasız elli çeşit hikaye okuyabilirsiniz; bir seride örümcek adamı evlenmiş emeklilik hayatını sürerek görebilir, diğerinde kaçak bir hayat yaşayıp yer altı dünyasına girdiğini görebilir, bir başka hikayede ise Iron Man’in ünlü binasında halasıyla yaşadığına şahit olabilirsiniz. Aynı şekilde Batman’in kendisine veliaht seçip işleri kontrol odasından takip ettiği bir hikayeye de tanık olduğumda çok şaşırmıştım. Özetle lineer bir düzlemde, kronolojik sıranın birbirine karışmadığı, yaşadığımız zaman diliminin bize dayattığı bilimsel verilerle çizgi roman dünyasından uyarlanan filmleri analiz etmek bana pek mantıklı gelmiyor. X-Men üçlemesinde ikinci filmdeki bir ayrıntının bu filmle bağdaşmaması ya da Wolverine’in kendine ait filminde yaşadığı dönemle X-Men First Class’taki dönemin uymaması (misal) seyirciyi rahatsız etmemeli. Her filmin hikayesinin kendi içerisinde tutarlı olması benim için yeterli, Marvel Avengers ve ekibin kendi filmleri arasında sürekli olarak canlı bir bağ yakalamak istese de ilerleyen dönemde, özellikle Civil War konusuna geçtiklerinde, mantıklı bağ kurma çabaları yüzünden sıkıntı çekecektir, o yüzden fazla da kronolojik sıraya kafa yormaması gerekir.

x-men-days-of-future-past

Peki bir süper kahraman filmi olarak X Men: Days of Future Past kendi içerisinde tutarlı mı? Sorunun cevabını vermeden önce Bryan Singer’in iki farklı X Men hikayesini birleştirerek ilgi çekici bir işe imza attığını söylemiştim ancak zaman yolculuğu içeren bir konu beraberinde senaryoda boşluklar ve aksamalar getirir, bu açıdan aynı zamanda riskli bir iş ‘Days of Future Past’. Boşuna sinema tarihinde “Back to the Future” önemli bir yer teşkil etmiyor, başarılı bir şekilde zamanda yolculuk konusuna değinildiğinde seyirci bu konuya olumlu reaksiyon gösterebiliyor ancak aynı hızda ters reaksiyon göstermesi de olası. Kimse zamanda yolculukla ilgili film izlerken sert bilimsel verilerle işin kanıtlanabilirliğini görmek istemez özellikle de bir bilimkurgu filminde, ancak zamanlar arası geçiş ve zamanda yaşanan küçük değişikliklerin geleceğe olan etkisini seyirci görmelidir.  Days of Future Past her ne kadar geçmiş-gelecek arasında geçen bir hikaye anlatsa da sanki zamanda yolculuk olayına hiç değinmek istemiyormuş gibi bir pozisyonda, Wolverine’in zaman yolculuğu sırasında yaşadığı küçük bir ‘kaybolma’ sorunu ve Profesör Xavier’in zihnini zamanlar arası taşıması haricinde geçmiş ile gelecek pek fazla çakıştırılmıyor ve olay Mystique’in Dr. Trask’i öldürüp/öldürmemesi ve akabinde savaşın çıkıp/çıkmaması gibi basit bir denkleme indiriliyor. Tek bilinmeyenli denklemle uğraşmak kolay olduğu için yönetmen hikayenin devamında konuyu çözümlendirme aşamasında zorlanmıyor ve riske girmiyor ancak denkleme birkaç bilinmeyen daha ekleyerek daha girift bir hikaye anlatma fırsatını da tepmiş oluyor. Bu risksiz hali filmi kendi içerisinde genel olarak tutarlı bir konuma sokuyor, ancak senaryoda ‘Quicksilver’ gibi bir karakter var ki, ne yazık ki Bryan Singer’in abartılı karakter tanıtımından nasibini alarak hem favori hem de falso karakter olmayı başarıp, senaryoyu sıkıntıya sokabiliyor.

x-men-days-of-future-past

Quicksilver saniyenin belki de milyonda biri kadar hızlı hareket edebilen bir mutant. Bilimsel olarak bu hızın gerçekleştiği takdirde olacaklardan bahsetmeyeceğim ancak Bryan Singer bu karakteri Magneto’yu Pentagon’dan kaçırmak için kullanıyor ve bu kaçış sahnesi seyirciyi oturduğu koltukta dikleştirecek dinamizme sahipken aynı zamanda büyük bir açık ortaya çıkarıyor. Filmin ana sorunu Mystique’in Dr. Trask’ı öldürmesini engellemek olsa da, filmde gerçekleştirilmesi en zor olan görev Magneto’nun hapishaneden kaçırılması. Bu görevin gerçekleştirilmesi için Wolverine ve Profesör X genç yaşta odasında oyun oynayarak vakit geçiren Quicksilver’dan yardım istiyorlar. Bu noktada Quicksilver’in “Deus ex Machina” görevi gördüğünü söylemek mümkün, aynı Pulp Fiction’da kahramanlarımıza yardım eden The Wolf karakteri gibi. Deus ex machine, Yunan tragedyalarında gökten inen ve bütün sorunu çözen tanrı robotu gibi bir anlama geliyor ve sinemada sorunları kolayca çözen karakterler de bu isimle anılıyor, Quicksilver Magneto’yu oyun oynuyormuş gibi bariz bir şekilde polislerle alay ederek kurtarıyor ve görevini tamamladıktan sonra odasında oyun oynamaya devam ediyor. Çizgi roman hayranlarına jest olarak Quicksilver karakterini hikayede böyle bir noktada kullanmak tamam ancak bu karakter hatasız, yenilmez, önüne geçilmez bir şekilde tasvir edildiğinde seyircinin aklına çok basit bir soru takılıyor; madem elde Quicksilver var, zihin kontrol etme becerisinden yoksun bir profesörle ve ne yapacağı belli olmayan Magneto’yla neden Mystique’i durdurmaya çalışıyorsun? Quicksilver’e küçük bir rica ile Pentagon’dan Magneto’yu kaçırabilen Wolverine’in devamında daha kolay görevleri bin bir zorlukla yapışın izlemek bu açıdan baktığımızda pek de mantıklı gelmiyor. Sinema seyircisi bu türü izlerken bilimsel gerçekçilikten çok daha basit bir mantık bekler hikayeden ve süper kahraman filmleri bu mantık hatalarından da sıyrıldığında izlemeye doyum olmaz filmler haline gelecektir.

Iceman, Bishop, Colossus, Blink gibi mutantları görmek X-Men hayranları için güzel bir duygu, özellikle sentinellere karşı sergiledikleri mücadele filmin en heyecan verici sahnelerini barındırıyordu. Gelecekte geçen savaşla ilgili daha başka film yapılır mı bilmiyorum ancak türlü özelliklere sahip mutant ordusunun sentinellerle olan büyük savaşını izlemek isterdim, X-Men filmleri bu açıdan sanki hep ağzımıza bir parmak bal çalıp çekiliyormuş gibi. Avengers filmi bu konuda sinema seyircilerini tatmin etmeyi bilmişti, sokak aralarında geçen gürültülü bir savaş bu türün olmazsa olmazı. X-Men serisi içinse gelecek adına büyük umutlarım var ancak Dark Knight ile başlayan karakterin doğumu-evrilmesi-yükselmesi-yıkımı-tekrar ayağa kalkması formülü her film tekrar tekrar işlendiğinde aynı tadı vermeyecektir, ilerleyen filmlerde yine X-Men kadrosunun toparlanma süreciyle geçen bir buçuk saat izlemek istemez kimse. 2016 yılında gösterime girmesi muhtemel X-Men:Apocalypse ile ilgili filmin sonundaki kısa sahne çok şey vaat ediyor.

Son olarak Bryan Singer’in seriyi rayına oturttuğunu söyleyebilirim ancak yine de X-Men hikayelerinin daha fazla potansiyeli olduğu da bir gerçek. Aksiyon dozu düşük olsa da X-Men karakterlerinin hikayelerini izlemek ayrı bir zevk veriyor.

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s