Yurt dışından formatını satın aldığımız bir yarışma programı vardı; “En Zayıf Halka”. Bu yarışma programında yarışmacılar bir üst tura geçmek için hem sorulara doğru cevaplar vermeye çalışıyor, hem de birbirlerine karşı yarışıyorlardı, her turda bir kişi zayıf halka ilan ediliyor ve yarışmadan eleniyordu. Yine yurt dışından öğrendiğimiz bir başka formatı ise çalışma hayatında uygulamaya başladık ve örneklerini duyuyoruz; ya en zayıf çalışanı gönder ya da maaşına zam isteme. En Zayıf Halka yarışmasının sunucusu format gereği kaba, sert, alaycı biri olurdu, aynı iş yerindeki patronlar gibi. Sunucunun yarışmacılarla nasıl suni bir ilişkisi varsa iş hayatında kapitalist düzenin getirilerinden biri olarak patronların çalışanlarıyla arasında böyle umursamaz bir ilişki mevcut. Çalışanların daha fazla para alması için son zamanlarda psikolojik sorunları olan ve izin alıp işten uzakta birkaç gün geçiren Sandra en zayıf halka seçilir ve çalışanlar arasında yapılan oylama sonucunda işten çıkarılması kararlaştırılır. Bunun üzerine Sandra, kocasının da desteğiyle(!) işini geri kazanmak için patronla görüşür ve hafta sonundan sonra ilk iş gününde yeni bir oylama daha yapılmasına karar verilir. Böylece geriye kalan 16 çalışan, ya Sandra’nın işte tekrar çalışmasını seçecektir ya da ikramiyeyi. Dardenne Kardeşler’in ilk bakışta basit ve sade gözüken bir hikayeyi gerçeklikten kopmadan anlatmaya başlamasını ve detaylarda ahlaki değerlerin hangi şartlar altında nasıl unutulmaya başladığını anlattığı “Deux Jours, Une Nuit”, Cannes Film Festivali’nde olumlu yorumlar alsa da ödül kazanamadı. Hikayenin ön planında Sandra’nın çalışma arkadaşlarını ziyaret edip onları tek tek ikna etmesi anlatılsa da, Sandra’nın hikayesinden çok daha etkileyici olan yan hikayeler filmin dinamizmini kaybetmesine engel oluyor ve seyirciyi düşünmeye teşvik ediyor.
Teknoloji kapitalizmin ihtiyacı olan işçi robotları üretemedi belki ama insanları robotlaştırmanın yolunu buldu. Duygusal değişimlerin önüne geçerek, vicdani muhasebeler yapmayan, başkasını önemsemeyen bir işçi sınıfı, daha fazla para kazanmak için daha fazla çalışmayı kabul eden, hafta sonları tatil günlerini ek işte çalışarak temel ihtiyaçlarını karşılamayı kabul eden bir kitle haline geldi. Bunun dünya genelinde siyasal sebepleri olmakla birlikte film işin pek siyasi boyutuyla ilgilenmiyor, daha çok işçi sınıfının geldiği son noktayı gösteriyor. Öncelikle Sandra karakteri neden ‘en zayıf halka’, çünkü psikolojik sorunları var ve kendisini sakinleştirmek için ilaç kullanmak zorunda olan birisi. Ancak filmin henüz başında psikolojik sorun olarak gördüğü nokta, işten çıkarıldığını öğrendiği için ağlamaya başlaması ve bunu engellemek için ilaç içmesi bir hayli ilginç. Ağlamak en insani tepki olarak film boyunca engellenmesi gereken bir hastalık olarak gözüküyor ve bu duygusal değişimleri Sandra’yı en zayıf halka haline getiriyor. Ana karakterimizin diğer çalışanları ziyaretleri sırasında genel olarak duygularını göstermekten aciz, daha çok fatura giderleri, çocukların okul harçlıkları gibi konularda konuşmayı tercih eden insanlarla karşılaşıyoruz. İki-üç örnekte daha önce ikramiye kazanmak için Sandra’yı göndermeyi tercih eden ancak onunla yüz yüze geldikten sonra vicdan muhasebesi yapıp duygularını gösteren çalışan örneği var ancak onlar bu gidişatı durduracak cesur kişiler olmaktan çok, sanki Sandra’dan sonra gitmesi muhtemel diğer ‘en zayıf halkalar’ olarak gözüküyorlar. Ayrıca çalışanların ikramiye almak için üç saat daha fazla çalışmaları gerçeği var ki, bu çalışanların hafta sonu da çalışmaları gerektiğini düşündüğümüzde işçi sınıfı sadece çalışmaya ve temel ihtiyaçlarını gidermeye yarayan ‘yaşayan ölüler’ gibi resmediliyor. Bu tablo Dardenne Kardeşler tarafından çok belirgin bir şekilde, kaba hatlarıyla ortaya çıkarılmasa da, görüntülerden ve diyaloglardan seyircinin çıkardığı tek sonuç bu ve yalın anlatımın gerçeği bu kadar net bir şekilde seyirciye sunması yönetmen kardeşlerin filmdeki en büyük başarısı.
Filmde gözüken bütün karakterler aslında birbirinin aynısı, klasik bir işçi sınıf bireyi. Dardenne Kardeşler’in üzerine basa basa göstermek istedikleri nokta da aslında burası. Sandra en zayıf halka olmanın haricinde diğer çalışanlardan farklı bir özelliğe sahip değil. Hakkını arayan, patronlara kafa tutan bir yapısı yok, sadece loto ona isabet ediyor ve bu sorunla onun uğraşması gerekiyor. Çalışma arkadaşlarını ikna etmeyi düşündüğü ilk sahnede onlarla empati kurabildiğini, aynı durumda önüne ikramiye fırsatı geldiğinde aynı seçimi yapabileceğini ima eden Sandra, düzene karşı değil, düzenle birlikte ilerleyen bir kaybeden. Ve kocası, film boyunca ideal koca, aşık erkek olarak gözükse de o karakterde yönetmen kardeşlerin kapitalist düzenin acımasız kuralları ile ilgili bir esprisi söz konusu. Sandra işten çıkarsa evin ipoteğini ödeyemeyeceklerini söyleyen, onun çalışanları ikna etmesi zorunluluğunu ortaya çıkaran Manu, mutlu aile olmanın çözümünün para olduğunu işaret ediyor. Senaryo ilerlerken ikna edilen kişiler eşittir Sandra’nın işe dönme ihtimali eşittir ailenin mutlu olması ve karı-kocanın yakınlaşması gibi bir denklem çıkıyor ve bu parasal düzenin çekirdek ailenin ruhuna nasıl sindiğinin güzel bir örneği. Sandra lehine oy vereceğini söyleyen bir kadının kocasıyla kavga etmesi ve kocasından boşanmaya karar vermesi diğer türlü nasıl sonuçlanırdı, seyirci ister istemez düşünüyor; Sandra işini kaybederse mutlu bir aileye sahip olabilecek mi bunun cevabı görüntüde olmasa da film boyunca görülen karakterler olumlu bir portre çizmiyor.
Yine de diğer filmlerinde olduğu gibi ‘umut’ kavramını yitirmeden ve karakterlerine suni umut yüklemesi yapmadan duramayan Dardenne Kardeşler’in bu filmi, yine etkileyici bir hikaye anlatmasına karşılık eski filmlerine nazaran biraz geride duruyor. Bunun sebebini önceki filmlerin hikayelerinde seyirciyi çok rahat kavrayabilen şok sahnelerinin bulunması olarak açıklayabiliriz, örneğin bir önceki filmleri “The Kid with a Bike” son on beş dakikasıyla nefes kesiciydi ve genel olarak anlattığı hikaye yine toplumsal bir içeriğe sahipti ve o sahneyle birleşip ortaya seyirciyi sarsan bir içerik çıkmıştı. Ancak bu filmde seyircinin sonlara doğru aradığı sarsıcı sahne eksikliği bulunmakta, konu gereği bilinçli bir tercih olarak gözükebilir ancak yine de bu durum etki bakımından bu filmi Dardenne’lerin en iyi filmi yapmıyor. Ancak Marion Cotillard muhteşem bir performans ortaya koymuş ve onun duygusal değişimlerini, yüzünün arkasına sakladığı mimikleri izlemek keyif vericiydi.