Türk sinemasının 100. Yılında Yeşilçam’a saygı niteliğinde bir film fikriyle ortaya çıkan Cem Yılmaz, seyirci olarak hem sinemamızın eski örneklerinden hem de yurt dışı örneklerden alışkın olduğumuz ‘film içerisinde film çekme ve sinema endüstrisine göndermelerde bulunma’ çerçevesinde bir ailenin yeniden bir araya gelme hikayesini anlatıyor. Komedyen kimliğiyle Türkiye’de rakiplerinin çok ilerisinde bir kitleye ve başarılı stand-up şovlara sahip Cem Yılmaz, ‘GORA’,’AROG’ ve ‘Yahşi Batı’ filmleriyle bu komedyen yönünü sinemaya da taşımıştı ancak ünlü şovmenin sinemada hedeflediği vizyon biraz daha farklı. Senaryosunu yazdığı ‘Her Şey Çok Güzel Olacak’ ve hem yönetmen hem senarist olarak karşımıza çıktığı ‘Hokkabaz’ın sahip olduğu güldürmenin yanında bir hikaye anlatmanın derdinde filmlerle karşımıza çıkan Cem Yılmaz’ın bu filmlerde ayrı bir sinemacı kimliğine sahip olmayı istediğini görebiliyoruz. ‘Pek Yakında’ filminin Yılmaz’ın filmografisinde nerede durduğunun yanında filmle ilgili bir tartışma konusu da başarılı bir şekilde Türk sinemasını anıp anmadığı.
Sinemayı yer gösterici babasının ona bıraktığı bir miras olarak gören ve figüran olarak sinema sektöründe yer edinmeye çalışan Zafer, korsan cd piyasasının hızlı adamlarından biri olarak dolaylı da olsa sinemayla bağını hep canlı tutar. Eşiyle arasında sorunlar olan Zafer eşinin kararlı duruşuna rağmen boşanmak istememektedir ve hem sevdiği karısını hem de çocuğunu yeniden kazanmak ve aile babası olduğunu göstermek için korsancılığı bırakmaya ve düzgün bir iş bulmaya karar verir. Bir zamanlar Yeşilçam’a kostüm ve dekor sağlayan Ejder’in evinde kalırken bir grup antika insanla tanışan Zafer, hem korsancılığı bırakmadan önce son büyük ticaretini ‘Avatar 2’yi piyasaya sürerek yapacak, hem de eline geçen eski bir senaryoyu filme çekerek eşine geri dönmeye çalışacaktır.
Film içerisinde film çekmek sinemaya atıfta bulunmaya niyetli komedi filmler için bilindik bir tema, ancak Cem Yılmaz’ın daha önceden klişelerden unutulmaz espriler çıkardığını bilen seyirci ister istemez Pek Yakında filminden sahip olduğundan fazlasını görmek istiyor. Her ne kadar Cem Yılmaz mizahi yönünü törpüleyip filmlerine dramatik bir alt taban inşa etmeye çalışsa da filmin türü komedi olduğundan ve senarist olarak Cem Yılmaz’ın komedyen bir geçmişinin olması hikayenin stand-up tadında, orijinal esprilerle dolu, seyirciye kahkaha attıracak sahneler içermesinin beklentisini oluşturuyor. Ancak film mizahi yönü ele alındığında Cem Yılmaz’ın Hokkabaz da dahil olmak üzere bütün filmlerinden daha da az komedi unsuru içeriyor. Filmin en can alıcı, seyirciyi bağlayıcı esprilerin de bir sonraki sahnede ürün yerleştirme giyotini tarafından kafası kesiliyor maalesef. Belki az miktarda ürün yerleştirme göz ardı edilebilir ancak sinemacı kimliğine sahip olmak isteyen bir yönetmenin komedi filminde beş altı önemli sahneyi ürün yerleştirmeye bağlaması, direkt olarak markalara özel sahneler üretmesi izlerken rahatsızlık verici bir çelişki. Öyle ki film bir noktadan sonra Pepsi’nin birleştirdiği hayat hikayelerini anlatıyormuş gibi gözüküyor. ‘Gora’ filmini izlerken ürün yerleştirmeyle karşılaşınca seyirci fazla tepki göstermez çünkü Gora’nın sanatsal niteliğinden çok eğlendirici yönü ön planda ancak aynı şeyi ‘Pek Yakında’ gibi hikayeye sahip, sinemamıza hoş göndermelerde bulunan bir filmde görmek filmin seyirciye geçişinde zarar verici bir etki oluşturuyor.
Filmle ilgili ikinci önemli nokta hikayenin genelinde tesirini gösteren Türk sineması göndermeleri. Cem Yılmaz’ın sinemanın ustalarına, klişelerine, ismi bilinmeyen emektarlarına atıfta bulunması fikri kağıt üzerinde heyecan verici bir haber. Ancak nedense aceleye gelmiş, ya da elbet beğenilir düşüncesiyle üzerinde fazla işlenilmemiş atıflar filmde bolca mevcut. İlk sahnede Eşkıya’nın son sahnesinde Zafer karakterinin yaptığı doğaçlama poz gülümsetici ve karakteri tanıtma bakımından da dolu bir sahneydi ancak devamındaki atıflar için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Cem Yılmaz’ın Mazhar Alanson’la hastanede karşılaştığı sahne ve ikinci Eşkiya göndermesi sanki çekim sırasında çok beğenilip Dvd’de kamera arkası kısmına aitmiş gibi bir izlenim uyandırdı. Aynı şekilde misafir oyuncuların sahnelere girişleri de titizlikten uzak. Süt Kardeşler filmindeki Gulyabani figürüne atıfta bulunmak için ‘İşte bu da Gulyabani!’ demek Cem Yılmaz ismi söz konusu olduğunda çok basit kaçıyor.
Yazının başından itibaren bahsettiğim eksikliklerin ortak noktası, Cem Yılmaz’ın diğer filmlerinde de geçerli olan bir konu. Evet, Cem Yılmaz sinemamızın ilerleyen yılları için de orijinal fikirler üretebilecek önemli bir isim ve bütün filmleri klişe üzerine orijinal bir fikir üretmesi noktasından yola çıkıyor. Ancak onun bu orijinal fikrinin işlenmesi kısmında sinemanın teknik donanımından pek de faydalanabildiğini söylemek mümkün değil. Türk sinemasındaki detaylar ile ilgili bir stand up gösterisi yapsaydı eğer Cem Yılmaz bu gösterisinde esprileri hem lineer bir düzlemde birbirine bağlar, hem de farklı konular arasında düzenli bir sıra gözetmeksizin dolaylı bağlantılar kurarak da ortaya kompozit bir ürün çıkmasını sağlardı. Bu stand-up ‘kurgusunu’ sinemaya taşıyamaması Cem Yılmaz’ın kafasında canlandırdığı hikayeyi perdeye yansıtmasına engel oluyor. Pek Yakında filminde hikayenin sürekliliğini bozan, dikkati dağıtacak derecede kopuk sahneler mevcut ve filmin ürün yerleştirme, ciddiyetsiz göndermelerden sonra üçüncü önemli eksikliği de sahneler arası geçişlerdeki kopukluklar. Bu duruma en belirgin örnek olarak Arzu karakterinin evde otururken oğlunun salona girmesi, babasının verdiği oyuncak üzerinden ve babasının aslında değerli biri olduğuna değinen bir cümle söylemesi ve salondan çıkarak sahnenin sona ermesi gösterilebilir. Yaklaşık bir dakika süren sahne, Zafer karakterinin film çekme süreciyle ilgili iki sahnenin arasına yerleştiriliyor ve bu arada oğlu nasıl bir süreçten geçiyor, Arzu nasıl bir ruh halinde, oğlunun bu çıkışı Arzu’nun düşüncelerinde değişikliğe sebep oluyor mu hiç değinilmeden aniden biten sahne daha sonra hiçbir diğer sahneyle bağlanmadan öyle havada asılı kalıyor. Bu tarz pek çok birbiriyle alakasız, parodi kıvamında sahne bir araya geldiği zaman, hikaye sona erdiğinde sıkıntı ortaya çıkıyor ve sorunların çözülmesi aşamasında yaşanan sorunların seyirciye tam olarak aktarılamaması, çözümün de seyirci de bir rehavete kapılmasına sebep olmuyor ve içe sinmeyen ‘çözüm’, filmin sönük bir şekilde sona ermesine sebep oluyor.
Cem Yılmaz filmleri komik olmak zorunda değil, aslında iyi kurgulanmış, hikayesini tam olarak anlatabilen bir komedi filminin bile çok komik olma gibi bir zorunluluğu yok. Ancak komedi-dram türleri arasında gezinen Pek Yakında için, üstelik tüm eksik teknik işçiliğine ilave olarak ne iyi bir komedi filmi, ne de iyi bir dram filmi diyebiliriz. ‘Her Şey Çok Güzel Olacak’ filminin sahip olduğu dramatik yapıyı bu filmde kuramaması, aynı zamanda gösterilerden beklentiye kapılan seyirciye istenilen gösteriyi yapamaması, Pek Yakında’yı ortalama bir iş yapıyor. 2002 yılında yine film içerisinde film çekme fikrinden yola çıkarak, yer yer Türk sinemasının emektarlarına göndermede bulunan Levent Kırca filmi ‘Son’dan farklı olarak sadece Cem Yılmaz’ın kendine has mizah anlayışını ve oyuncu kadrosunu ekleyebiliriz.
Türk sinemasına karşı genel bir portre oluşturma gayreti olmadığı gibi, filmin Türk sinemasının yüzde gülümseme bırakan küçük öğelerini hatırlatan yan bir rolü olduğunu söylemek daha doğru olur. Son yıllarda ülkemizde kaliteli komedi filmi sayısı azlığından dolayı komedinin marka yüzlerinin her yaptığını hint kumaşı zannetmemek gerekir, işin aslı Cem Yılmaz fikirlerini tam olarak sinemaya yansıtabildiğinde bundan çok daha fazlasını yapabilecek bir isim.
Küçük bir duzeltme Gulyabani nin göründüğü filmin adi Süt Kardeşler
Teşekkürler ilginiz için 🙂