Quentin Tarantino’nun imzasını attığı ve filmin yapımcılarının da filmle birlikte her yere beraberinde götürdükleri o klasik cümleyi ben de filmin isminin yanında başlığa taşımak isterdim ancak böyle bir şey tam olarak abartmak olurdu. O cümle ne mi? 2013 yılının en iyi filmi. Evet, Quentin Tarantino’nun geçen senelerde yaptığı gibi senenin en iyi on filmini sıraladığı listenin ilk sırası İsrail yapımı bir suç filmi olan Big Bad Wolves’a ayrılmış ve usta yönetmen eklemiş; senenin en iyi filmi diye. Böylesine bir reklamı filmin yapımcıları para verseler yapamazlardı herhalde, hazır 33. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde Türkiye’de izleme imkanı bulabilecekken, filmin afişindeki o şaşaalı cümleyi görüp bilet almak için hazırda bekleyenlere kötü haberi vereyim; cümlenin Tarantino seven sinemaseverlerin zihninde canlandırdığı etkiyi maalesef bulamayacaksınız. Yine de bu filmin iyi niyetli halini ve kitsch karakterler oluşturma isteğini görmemenize engel değil.
Sadece o reklam cümlesinin etkisinde izlerseniz film tam bir hayalkırıklığı, ancak filmin kendi çabasına bakarsanız da yönetmenin sonraki filmleri için umut verici noktalar bulmak mümkün. Kız çocuklarını kaçırıp türlü işkenceler eden ve en sonunda kafalarını keserek öldüren sapık ruhlu bir adamın peşindedir İsrail polis teşkilatı. Ve bir görgü tanığının ifadesine göre de din öğretmeni Dror en büyük şüphelidir. Soruşturmaların dönüp dolaşıp aynı noktaya geldiği ancak sürekli yenilenen cinayetlerin bir türlü aydınlanamadığı bir ortamda işleri kendi yöntemleriyle çözmeye çalışan dedektif Miki, soruşturmanın en gizemli şüphelisi Dror ve en son katledelin kız çocuğun emekli asker babası Gidi kimsenin onları bulamayacakları bir yerde baş başa kalacaklardır ve cinayetin üç ayrı noktası karşı karşıya gelecektir. Herkes akşam haberlerinde vahşet içeren cinayet haberlerini izlerken “Ah o adam benim elime geçseydi” der ya, işte bu film de intikam almak isteyen babayla soruşturmayı çözemediği için kovulan polis memurunun eline ‘o adam’ geçiyor ancak sorun ‘o adamın’ gerçek katil olup olmadığını bilmemeleri.
Big Bad Wolves çok etkileyici bir giriş sahnesi ve konuya hızlı ve başarılı bir şekilde devam etmesiyle ilk çeyrekte umut veriyor ancak üç ayrı karakterin bir araya geldiği dağ evinde film öylesine yavaşlıyor ki sanki hikaye bitmiş ancak filmin süresi kısa geldiğinden ekstra çekilen sahneler aralara serpiştirilmiş gibi bir izlenim uyandırıyor. Zaten kısa olan süresinden dağ evinde geçen rahat yirmi otuz dakika çıkarmak mümkün ki bu da çoğu filmde karşılaştığım sorunu ortaya çıkarıyor; muhteşem bir kısa metraj olacakken, sıradan bir uzun metraj olmuş. Quentin Tarantino’nun bu filmi birinci sıraya yerleştirecek kadar sevmesinin sebebine gelecek olursak da, aslında anlaşılması çok zor olmayan bir neden var karşımızda. O da karakterlerin yaşanan olayların vahşetine rağmen birbirleriyle soğukkanlılıkla, hatta esprili bir şekilde konuşmaları, yer yer ironide boğulmaları. Tarantino’nun bu tarz ‘Dünya yerle bir oluyor ancak baş karakterimiz espri yapmaya devam ediyor’ klişelerini sevdiğini biliyoruz ve bu tarz göndermeleri de bol bol filmlerinde yapıyor ancak Big Bad Wolves filminin süresine baktığımız zaman yarısından fazlasının dağ evinde işkence sahneleriyle geçtiğini görüyoruz ve her ayrı işkence sahnesinin arasına ortamı soğutmak için serpiştirilmiş sempatik esprili sekanslar filmi suç filminden çok ‘işkence sahnesi ile ilgili parodi’ haline getiriyor. Diyaloglar da Tarantino filmlerindekine benzer bir mizaha veya zekaya sahip olmadıklarından dolayı, film Tarantino hayranı sinema öğrencileri tarafından çekilmiş gibi duruyor.
Yazının başında da belirttiğim gibi eğer filmi izlerken sürekli Tarantino’nun o klasik sözüyle bu filmi eşleştirmeye çalışırsanız Big Bad Wolves çok aykırı bir şey vadetmiyor ancak sıfır önyargıyla değerlendirdiğimizde yönetmenin bir sonraki filminde bu filmdeki senaryo eksikliklerini ve zamanı kurgulamadaki sorunlarını çözerek daha iyi bir iş yapacağını umut ediyorum. Ancak şimdilik elimizdeki, olmak istediği kadar havalı olamayan vasat bir film.