Yeni bir yıl herkes için farklı anlamlar taşır. Yeni bir ev, yeni bir iş, mutluluk, huzur, işyerinde başarılı olmak, sağlık sorunlarının çözülmesi, çocuklarının daha iyi imkanlarla büyümesi, tuttuğu takımın şampiyon olması gibi pek çok beklenti içerisine girilir yeni yılda. Ancak Fruitvale Station filminin de konu olarak ele aldığı Oscar Grant’ın ailesi için yılbaşı demek çok farklı bir anlam taşımaktadır. Çünkü 2008 yılını 2009 yılına bağlayan gecede Oscar Grant, acemi ve bilinçsiz bir polisin silahından çıkan mermiyle hayata gözlerini kapatmıştır ve ondan geriye yalnız annesi, sevdiği kadın ve küçük kızı kalmıştır. Oscar Grant’ın ailesi ve sevdikleri artık her sene başında onun ölüm yıldönümünü anmakta ve polis şiddetine karşı protestolar düzenlemektedir. Bu gerçek ve can yakan hikayeden yola çıkan film ele aldığı konuyla bile ilgi görmeye değer ve bir buçuk saatlik kısa süresiyle izlenmesi gereken bir film.
Sundance Film Festivali’nde görücüye çıktıktan sonra büyük ses getirmiş ve gittiği her festivalde seyircileri etkilemiş olan Ryan Coogler’in ilk yönetmenlik denemesi olan Fruitvale Station, aslında sinema kuralları çerçevesinde incelendiğinde ortalama bir film. Oscar Grant’ın tren istasyonunda polisler tarafından fiziksel şiddet gördükten sonra vurulma anının trenden cep telefonuyla çekilen görüntüleriyle başlayan film, henüz ilk dakikadan seyirciyi kendisine çekmeyi başarıyor; konuyu daha önceden bilmeyen bir seyirci için o görüntüler yetiyor ancak devamında seyirciyi doyuracak herhangi bir içerik bulmak zor. Ryan Coogler film boyunca Oscar Grant’ın hayattaki son günüyle ilgileniyor ve kızıyla, sevdiği kadınla, annesiyle olan ilişkilerini sakin bir üslupla anlatıyor. Daha sonra Oscar Grant’ın geçmişte yasa dışı işler yapsa dahi artık iyi bir insan olduğuna, hatta ailesini ayakta tutmak ve kızına güzel bir gelecek inşa etmek adına aldığı kararlara şahit oluyoruz, yaralı bir köpeği yoldan kaldırıp kaldırıma taşımasını, süpermarkette ne tip balık kızartacağını bilmeyen kadına yardım edişini izliyoruz. Bütün bunlar Oscar Grant’ı sevmemize ve onla empati kurmamıza sebep oluyor ve filmin sonunda polislerin sahneye çıkıp sorgusuz sualsiz şiddete başvurmasıyla başlayan malum sahneye geliyoruz. Yönetmen Coogler’ın sade bir şekilde geliştirdiği hikayedeki en büyük hata da başlangıç ile son arasında filmin genelini kapsayan yerde yapılmış oluyor. Çünkü Oscar Grant’ın karakter olarak nasıl biri olduğu tabii ki de önemli ancak ona ‘iyi bir aile babası olacaktı, eski yasa dışı işlerini bırakacaktı’ misyonu yüklemek kadar gereksiz bir çabası içerisine girmesi Fruitvale Station’ın değerini düşürüyor. Polis şiddetinin haksızlığını pekiştirmek için Oscar’a ihtiyacı yok filmin, eğer Oscar hala uyuşturucu satıcısı satıyor olsaydı ya da kızını sevmeyen bir baba olsaydı dahi filmin sonunda polisin silahıyla vurulması olayın şiddetini değiştirmeyecekti. Bu yüzden Oscar’ın ölmeden önceki pozitif seçimleriyle ilgilenmekten çok ülkedeki polis yönetiminin çürümüşlüğü üzerine Oscar’ın hikayesiyle paralel bir hikaye daha anlatabilseydi eğer, işte o zaman eleştirel kimliğini daha iyi yansıtan bir film ortaya çıkabilirdi.
Başrollerini Chronicle filminden hatırladığımız Michael B. Jordan ile Be Kind Rewind filminde oynayan Melonie Diaz’ın paylaştığı filmde Oscar Grant’ın annesi rolünde de Octavia Spencer’i görüyoruz. Filmin izlenilirliğini bir kat daha arttıran başarılı oyunculukların yürek burkan hikayeyle birleşmesiyle bir kez daha ‘polis’ olgusunu tartışmaya açıyor Fruitvale Station. 2013’ün en dikkat çeken festival filmini izlemek ve izledikten sonra konuyu ülkemizin gündeminde de olan polis şiddetiyle karşılaştırmak isteyenlere tavsiye edilir.
Not: Oscar Grant’ı öldüren polis memurunun şok tabancası yerine yanlışlıkla gerçek silahını ateşlediğini söyleyip 11 ay ceza alması bile filmde tek cümleyle geçiştirilemeyecek bir ‘sehven adam öldürme’ klasiğidir.